- Bu dünyada her zaman güzel kızlar pek çok olmuştur ve daha pek çok da olacaktır. Çünkü her sevgili, sevdiğine dünya güzeli görünür.
- Ne zaman ve nerede anlatı varsa, bilmeliyiz ki, içinde yalan, yanlış ve eksik de vardır. Hiçbir anlatı, anlatılan olayın kendisi değildir. Mahkemelerde namus ve vicdan üzerine doğru söyleyeceğine ant içen en namuslu tanıkların bile anlatımlarında, ellerinde olmadan bir oranda yalan, yanlış, eksik bulunur.
- Sen gerçekten ölmek istediğin için değil ölümden korktuğun, isteğince yaşayamadığın, ölmek istemediğin için kendini ölüme fırlatıyordun. Korkarak kaçtığın ölüm seni kendine çekiyordu. Savaşta çok korkan erlerin, ateş eden makineli tüfeğin üstüne koşup atılması gibi? Bu yüzden kendini öldüren sanatçılara hayrandın. Kendilerini öldürmüş yazar ve şairlere delicesine tutkundun. Çünkü onlar senin gerilip, gerilip bir türlü yüreklenemediğin ölümün kucağına kendilerini bırakıvermişlerdi. Onlarda tıpkı senin gibi düşlemledikleri daha güzel, daha iyi ve adil bir dünyada yaşayamama korkusuyla ölümün çekiciliğine kapılıp gitmişlerdi.
- Düzen ve düzence istediğin, güven ve güvence istediğin, ama bunlara istediğin biçimde kavuşamadığın, dünyamızı düzencesiz ve güvencesiz bulduğun için, düzenin ve güvenin düşmanı oldun.
- Kendimize hadi denilmesini ya da bizim birisine ?Hadi? demeyi istememiz, içinde yaşadığımız zamandan, mekandan, ortamdan, koşullardan ve birlikte olduğumuz insanlardan kaçış değil midir? Nereye kaçmak istiyoruz? Daha güzel olacağını sandığımız bir bilinmeze! Neyimiz varsa her şeyimizi bir bilinmezle değiştirmek istiyoruz. O bilinmezlerin mutluluk vereceğine kesinlikle inanmasak bile o bilinmezlerde hiç olmazsa bir mutluluk olasılığı belki bulunabilir. Bu yüzden ?şimdi?lerden gelecek ?belki?lere kaçıyoruz. İçinde bulunduğumuz her şeyden kaçmak, kendimizden kaçmamız değil mi? Çünkü biz içinde bulunduklarımızla biziz. Kendimizden kaçıp kurtulmak, başka bir kendimiz olmak için birilerinden bir ?Hadi!? çağrısı bekliyoruz.
- Tahir?e demişler ki: ?Senin yanıp tutuştuğun Zühre bir çirkin kız. Bunca güzel kız varken nasıl oldu da böyle çirkin bir kıza gönül verdin?? Tahir de demiş ki; ?Ah! Siz o Zühre?yi bir de benim gözümle görebilseniz!?
- Diyelim büyük bir aş evine, bir geniş çay evine ya da meyhaneye girdik. İçeride garsonlardan, iş görenlerden başka kimse yok. İlk müşteri biziz. Girdiğimiz yer, diyelim bir dikdörtgen salon. Kapıdan arka duvara dek dört sıra masa dizilmiş. İçeri girdik. Bu masalardan hangisine oturursunuz? Toplumsal ruh bilimciler bu sorunun yanıtını birçok deney yaparak bulmuşlar. Salona ilk giren hiçbir insan ortadaki masalardan birine oturmuyor. Arkasını duvara vererek, yüzü de kapıya dönük olarak oturuyor. Salona ilk girenden sonra girenler de aynı şeyi yapıyorlar. İlkin köşelerdeki masalar, sonra duvar diplerindeki masalar doluyor. Her müşteri yüzü kapıya dönük oturuyor. Duvar diplerinde ve köşelerde boş masalar kalmayınca ancak o zaman ortalardaki masalara oturanlar oluyormuş. Başka boş yer kalmayınca da ister istemez sandalyelere, arkaları kapıya dönük oturanlar oluyormuş. Bundan çıkan sonuç neymiş? Yanıt: çünkü insanlar korkuyorlar. Salona girdikleri kapıdan düşmanları da girebilir diye korktukları için, sırtlarını köşeye ya da duvara verip yüzleri kapıya dönük oturuyorlar. Böylece insan kendini güvenceye almış oluyor. Bu korku bizlere, bugünün insanlarına on binlerce yıl önceki atalarımızdan kalıtımsal olarak geliyormuş. On binlerce yıl önceki atalarımız akşamın karanlığı bastırmaya başlayınca yabani hayvanlardan ya da düşmanlardan korunmak için mağaraya, ine ya da bir kovuğa sığınınca, sırtlarını en dipteki kayaya dayar, bir köşeye sığınır, yüzleri mağaranın ağzına dönük, geceyi öyle geçirirlermiş. Bugün tıpkı bizim boş bir salona girdiğimiz zaman yaptığımız gibi.
- Yaşam işte böyledir, aynı olayı birlikte yaşayan iki kişiden birinin özgeçmişine girer o olay çünkü yaşamıştır olayı, öbüründe hiçbir iz bırakmamıştır, çünkü yaşanan olayı kendinde (özünde) yaşamamıştır. Bana gelince kurşunlanan insan hiçbir zaman unutamaz yaralanmasının acısını.
- Dünyada kendisinden başka kimse olmayınca, bütün bunlar niye. Özlediğimiz her şeyin ancak başkalarıyla ? hatta onları tanımasak bile ? birlikte yaşadığımız bir dünyada bize gerekli olabileceğini ilk kez ayrımsadı. İşte kimsesiz, canlısız bir dünya da her şey vardı ve hiçbiri ona gerekmiyordu.
- Şimdi de bana mutlu musun? diye soracaksın. -Nerden bildin? Diye sordu. -Çünkü dedi, bütün öykülerde bizimkine benzer durumlarda erkek kadına. ?Mutlu musun? diye sorar ve bu soruyu sorarken mutlu olmadığı yanıtını almak ister.