- Dünya yüzünde hastalıkların en ağırı, en beteri, insanın başına hangi hastalık gelmişse odur.
- Akıl almaz şu feleğin işine
Ağa olmak, paşa olmak boşuna
Gelir bir taş değer başına
İnsanoğlu baki değil devrilir! - En acı günler bile üzerinden yıllar geçtikten sonra dalında dura dura ballanan meyveler gibi tatlılaşıyor.
Bana öyle gelir ki, onun içkide avunu arayıp kendini yitirmesinde, bozuk düzenin itkisiyle, yaşam boyu istediklerini yapamayıp istemediklerini yapmak zorunda bırakılışının dramı gizlidir. Bütün insanlardan bir sert kaya direnci ummak, haksızlık olur.
Hepimiz karşılığını yapamadığımız, hiçbir zaman ödeyemediğimiz iyilikler görmüşüzdür. Kaldı ki, ödemeye kalksak bile, ödenemez ki... Diyelim, en zor koşullar altındayken birisi küçücük bir iyilikle bizi o durumdan kurtarıyor. Bu iyilik bin katıyla geri vererek bile ödenemez. Bizim içinde kıvrandığımız o zor koşul, bize iyilik edenin başından tıpkı tıpkısına geçemez ki... Bize yapılmış bu iyilikleri biz de zor durumlardaki başka birilerine yardım ederek belki ödeyebiliriz. Kimi zaman zor durumlardaki tanımadığım kişilere yapmaya çalıştığım iyilikleri, yakınlarım bile enayilik diye nitelerler. Oysa ben, bana yapılmış o ödenmez iyiliklerin altında ezilmemek için, başka birilerine iyilik yapmaya çalışırım, enayiliğimden değil. - Aziz Nesin Yaşar Ne Yaşai Ne Yaşamaz'ı önce radyo oyunu olarak yazdı. Kazandığı büyük başarı üstüne sahne oyunu haline getirdi. Israrlar üzerine senaryosunu yazdı; çoğu tiyatrocudan olduğu gibi, bu kez de filmciden telif hakkını alamadı. Bir haftalık gazetede çizgi romanı yayımlandı. Ardından televizyon senaryosunu yazdı. Okurların isteği, çevrenin baskısı artınca sonunda Yaşar Yaşamaz, şu an elinizde tuttuğunuz roman oldu.
Kitabın giriş yazısını kaleme alan Meral Çelen bu büyük ilgiyi Yaşar Yaşamaz'm ağzından şöyle açıklıyor:
"...Ünümün bu kadar yaygınlaşmasına, beni bu kadar sevmenize ilk zamanlar akıl erdiremiyordum ama, şimdi biliyorum artık... Nasıl hepimizde biraz Don Kişot'luk varsa, demek biraz da Yaşar Yaşamaz'lık varmış... Başıma gelenler yabancınız olsaydı, severmiydiniz beni, arar mıydınız?" - ...Ünümün bu kadar yaygınlaşmasına, beni bu kadar sevmenize ilk zamanlar akıl erdiremiyordum ama, şimdi biliyorum artık... Nasıl hepimizde biraz Don Kişot'luk varsa, demek biraz da Yaşar Yaşamaz'lık varmış...
- "Kimi insanın yürekliliği özünden gelir, kendiliğindendir; kimi insanınki bulunduğu yerden, giydiği üniformadan, cebindeki tabancadan gelir."
- Ana babadan başlayıp okulda, askerlikte, işte, işyerinde, yasalar önünde, yaşamın her alanında sürüp giden yasaklamalar, topluma egemen olan güçlerin çıkarlarına ve ölçütlerine göre düzenlenmiş ve konulmuştur. Sürekli bu yasaklamalarla eğitilen insanda, sonunda bu yasaklamaların biçimlendirdiği bir "ben" oluşmuştur. Artık ona hiçkimsenin "yapma, etme" diye buyurmasına ya da yasak koymasına gerek kalmamıştır. Çünkü yasaklamaların korkusuyla oluşan o ayrı "ben", dışarıdan buyurulmadan kendi kendine o yasakları koymaya başlamıştır. Yasaklarla oluşup biçimlenen bu "ben" bir "üstben"dir Kimileri için bu üstben vicdandır. Üstbeni oluşan insan, topluma egemen güçlerin isteği doğrultusunda kendi kendine buyurmaya, kendine kendine yasaklar koymaya başlamıştır. Üstben, insanın içinde, yabancılaşmış olduğu toplumun egemen güçlerinin yerini almıştır. Üstbenin koyduğu yasaklarla birey kendini korumaktadır.
Kapitalizm, vicdanı, insanın kendisinden yalıtılmış, ayrı bir kavram olarak göstermeye çalışır; soyutlaştırdığı vicdanı, yansız, adil ve en güvenilir kutsallık sayar. - Bir sabah uyandığımızda sokağa çıksak ki, bütün insanlar geri geri yürüyor. Bütün taşıtlar geri geri gidiyor.
.....Nereye gitsek, ne yana dönsek böyle...
Duvarlardaki afişlerde, vitrin camlarında, pankartlarda, oraya buraya konulmuş levhalarda şöyle yazıyor:
"Ters yürümek yasaktır!"
"Yurttaş doğru yürü!"
"Allah doğru yürüyenden yanadır."
"Geri geri gitmek büyük suçtur!"
"Ters yürüyenler halk düşmanıdır!"
"Geri geri gidenler vatan hainidir!"
Normal yürüyenlerin ters yürüdüğü sanılan böyle bir varsayımsal dünyada olsak ne yaparız? Ters dönmüş değiliz, çarpık değiliz, yüzümüz sırtımıza dönük değil. Her zaman yürüdüğümüz gibi yürümekteyiz yine. Biz böyle giderken, bize doğru geri geri gelen polisler yakalayıp bize soruyor:
"Neden ters gidip de suç işliyor, yasaları çiğniyorsun?" Yanıtlıyoruz:
"Geri geri yürüyen ben değilim, sizsiniz." Tutuklanıp götürüldüğümüz cezaevinde bizim gibi suçlanmış birkaç kişi daha var. Onları görünce umutlanıyoruz. Demek, aramızda dahaca delirmemiş olanlar da var ya da biz deli değilmişiz.
Önüne çıkarıldığımız yüzü sırtına dönük yargıç, neden yolda ters yürüdüğümüzü soruyor:
"Ters değil, doğru yürüdüm."
Suçlanıyor ve cezalanıyoruz.
...................................................
Toplumun değer yargıları allak bullak olursa, manevi varlıklarıyla doğru gidenler, ters gidiyor diye suçlanır, hatta cezalandırılır. İşte bu yüzden Hitler delisinin Nazilik iktidarında Almanya'da, Mussolini delisinin faşist iktidarında İtalya'da, yurtseverler vatan haini, ahlaklılar ahlaksız, halkçılar halk düşmanı olarak gösterilmiştir. - Mizah, dünyamızı gülünç olmaktan kurtarır.
- "Bir gün bir komşu kadın, anneme, çocuğunun bir buçuk yaşında yürümeye başladığını, buna pek şaştığını söyleyince içimden, "Bir buçuk yaşında çocuk yürümez de ne yapar, yoksa uçacak mıydı?" diye geçirmiştim. Çocuk ne yapsa harika oluyor. Konuşsa harika. Çocuk bu, konuşur elbet, havlayacak değil ya.."