- ...tanışmak istediği insanlara çekinmeden gidip kendini tanıtması gerektiğini,böyle davranmanın hiç ayıp olmadığını öğrenmişti.
- Tıpkı savaş gazisi babasının anlattığı gibi...Gecenin içinde bir ateş! Gecenin içinde bir,iki,üç ateş,beş ateş,on ateş...Ateşler...Kolları,bacakları kopmuş,kafaları uçmuş gövdeler,cesetler...Bitli,aç,sefil insancıklar...Yaralı,sıska hayvanlar,bakımsız,besinsiz,anasız babasız,saz benizli çocuklar,insanlıktan çıkmış kadınlar,parası,işi,evi,sağlığı ve umudu kalmamış erkekler...
- " Ancak eceli gelen ölür beyim, " dedi şoför.
Tarık,Türk insanının ruhuna sinmiş bu kaderci görüş karşısında ürperdiğini hissetti. - İnsanları inançlarından dolayı aşağılamanın ne kadar ilkel bir davranış tarzı olduğunu düşündüğü için bağışlamamıştı babasını.
- "Ben de kalkıp gitmeliyim buradan. Anıların arasında dönüp dolaşacağıma, ayağa kalkmalı, silkinmeliyim. Torbamı, çantamı toparlayıp yollara düşmeliyim evime doğru. Penceresinde kimsenin yolumu gözlemediği, bir kedinin dahi beni beklemediği evime gitmeliyim. "
- Neler ummuştuk oysa
Uzun seferine çıkarken
alacakadanlığında
bilinmezlerin - Ne kadar aldatıcıydı görünen ile esas gerçek. Bulutlar kucaklayıcı görüntülerine rağmen sağlam zemin değildiler.
- Birbirine karşıt iki olgu var sadece, biri umut diğeri ölüm! Bu ikisinin dışında her şey ayrıntı! Her şey geçici!
- Hepimiz suçluyduk biz öğrenciler de, idareciler de hükumet de. Genlerimize işlemiş suçumuz, asırlar öncesine aitti. Otoriteye sorgusuz teslim olmak ile hiçbir düzene boyun eğmemek arasında gidip gelen zırdeli insanlarıydık çileli memleketin. Ne tarihten ders alıyor ne de yaşarken öğrenebiliyorduk işin doğrusunu. Sürekli kavga, sürekli uyuşmazlık, sürekli başkaldırı, aşırı kıskançlık, pire için yorgan yakmak ve bunu marifet sanmak, istediklerimizi şiddete başvurarak elde etmek, başkaldıranı şiddetle yola getirmek... Bu kısır döngünün içinde yuvarlanıp gidiyorduk.
- Füreya Ankara'ya ilk gittiğinde onu bir hayal kırıklığı bekliyordu. O konuda çok kitap okuduğu için çok iyi bildiği Fransız Devrimi'ni gerçekleştiren aydınlar gibi, Ankara'da münevver bir çevre bulacağını sanmıştı. Devrimin arka plandaki kahramanları, o müthiş kafalar, filozoflar, düşünürler, elbette Paris'te olduğu gibi, Ankara'da da Atatürk'ün yakınında olacaklardı. Ama ne acı ki Mustafa Kemal'in yakın çevresi bomboş insanlarla doluydu. Hiçbirinde ne kültür, ne birikim ne de sanat tutkusu vardı. Füreya'nın on beş yaşında okuduğu kitapları bu insanlar duymamışlardı. Radyoda tüm gün çalan klasik müziği bile dinlemiyor, gecenin geç saatlerinde, ancak kantolar, göbek havaları söylüyorlardı. Atatürk büsbütün büyüdü gözünde. Evet, savaşı silah arkadaşlarıyla birlikte kazanmıştı şüphesiz. Ama cumhuriyet sonrası verdiği savaşta yapayalnızdı. Sadece kendi saçtığı ışıkla parlıyordu etrafı. Ve o ışık, halkı aydınlatır ısıtırken kendi yakın çevresi karanlıkta kalıyor ışıktan nasibini alamıyor gibiydi. Atatürk'ün yakınındakilerin tek hünerleri, bu büyük dehaya olan bağlılıklarıydı. Onun projelerine destek veriyorlardı, o kadar.