- Ortalık aydınlanmaya, sokaktan faytonlar geçmeye başladığında Vasilyev, kanepede kıpırdamadan yatıyor, tavanda bir noktaya bakıyordu, Şimdi düşündüğü ne kadınlardı, ne erkekler, ne de havarilik. Tüm dikkati ruhundaki, ona ıstırap veren acının üstünde toplanmıştı. Aynı zamanda hem eleme, hem çok büyük bir korkuya, hem de umutsuzluğa benzeyen anlamsız, belirsiz, soyut bir acıydı bu. Nerede olduğunu gösterebilirdi Vasilyev. Göğsünde, yüreğinin altındaydı; ama bir şeye benzetmenin olanağı yoktu onu. Bir zamanlar birkaç kez şiddetli diş ağrısı çekmişti. Göğsü, adaleleri ağrımıştı, ama bütün bunlar ruh ağrısının yanında hiçti. Bu ağrı içindeyken yaşamı iğrenç görüyordu... Tezi de, yazıp tamamladığı güzel yapıtı da, sevdiği insanlar da, felakete sürüklenen kadınların kurtuluşu da ?daha düne kadar sevdiği ya da kayıtsız olduğu her şey- şimdi aklına geldikçe, sokaktan geçen arabaların tekerlek sesleri gibi, koridor hizmetçilerinin koşuşmaları, gün ışığı gibi sinirlerini bozuyordu. Önünde biri, büyük bir yüce gönüllülük gösterseydi ya da korkunç bir zorbalık yapsaydı, bu ikisi de aynı tiksinti dolu izlenimi bırakırdı üzerinde. Kafasının içinde tembel tembel dolaşıp duran düşüncelerden yalnızca ikisi sinirlendirmiyordu onu: Bunlardan biri, kendini öldürmek yetkisinin her an elinde olduğu düşüncesi; öteki de bu acının üç günden çok sürmeyeceği düşüncesiydi. Bu ikincisini şimdiye kadarki deneyimlerinden biliyordu.
- Resim bölümü öğrencisi yüzünü buruşturarak, ?Sonunda böyle olacağını baştan biliyordum zaten ?dedi. ?Ne diye taktık peşimize şu aptalı? Şu anda kafanın içinde büyük düşünceler var sanıyorsun, değil mi? Yanılıyorsun, düşünce falan değil onlar! Ne olduklarını şeytan bilir. Şu anda nefretle, tiksinerek bakıyorsun bana, ama öyle bakacağına, böyle yirmi ev de sen yaptırsan, bence çok iyi edersin. Senin bu bakışında, bütün sokakta olduğundan daha çok ahlaksızlık var! Hadi gidelim Volodya, ne yaparsa yapsın! Bunun kadar aptal bir çocuk görmedim... Tıp fakültesi öğrencisi, ? Biz insanlar karşılıklı olarak öldürürüz birbirimizi- dedi. ?Ahlaksızlıktır bu elbette, ama felsefe bir işe yaramaz burada. Hoşça kal.
- ..duvardaki acayip resimlerde, giysilerde, beyaz bantta göze çarpan, sanki mahsus yaratılmış korkunç bir zevksizlik. Değişik bir şey vardı bu zevksizlikte. Vasilyev, ??Her şey ne kadar yoksul, anlamsız burada!?? diye geçiriyordu içinden. ??Şu anda gördüğüm saçmalıkta, kafası çalışan insan o korkunç günahı işlemek ?bir rubleye canlı bir insan satın almak- isteğini uyandırabilecek ne var acaba? Parlaklık uğruna, güzellik, incelik, tutku, zevk uğruna işlenen bir günahı anlarım... ama burada bunların hangisi var? Ne uğruna günah işliyorlar burada? Neyse... üzerinde düşünmeye değmez!?? Sarışın sokuldu yanına, ? Bir Porter ısmarlar mısınız bana, dedeciğim? ?dedi.
- Zoraki gülümsemesi çirkinleştirmişti yüzünü.
- ...gösteren bir belirti yoktu bedenim bir yerinde. Ama ruhumu, gökyüzünde ansızın korkunç bir kızıllık görmüşüm gibi bir korku kemiriyordu.
- ??Doğrusu aklım almıyor,?? diye geçiriyordu içinden Mariya Vasilyevna, ??bu sevimliliği, elem dolu, içten bakışlı bu gözleri niçin zayıflara, mutsuz, yararsız insanlara verir Tanrı, aklım almıyor. Niçin böylesine hoşa giderler bu insanlar???
- "-Çocuğum, bilsen ne zor... - Ne yapalım Vanya Dayı. Yaşamak gerek. İstemesek de yaşayacağız Vanya Dayı. Önümüzde çok uzun günler, boğucu akşamlar var. Alınyazımızın bütün sınavlarına sabırla katlanmaya çalışacağız. Başkaları için ekip biçeceğiz. Bugün de yaşlılığımızda da dinlenmek bilmeden çalışacağız. Ecel saati gelip çatınca uysalca veda edeceğiz ve orada şöyle diyeceğiz: Dünyada acı çektik, çok gözyaşı döktük, büyük üzüntüler yaşadık. Tanrı acıyacak bize ve ikimiz sevgili dayıcığım, yaşamaya başlayacağız, parlak, güzel, sevimli bir hayatımız olacak. Buradaki mutsuzluklarımızı sevecenlikle, hoşgörüyle hatırlayacak ve geçmişe gülümseyerek bakacağız..."
- "... hastane ise, yine eskisi gibi, ahlak dışı ve önemli ölçüde insan sağlığına zararlı bir kurum olma niteliğini sürdürüyor." Sf. 42
- Posta Müdürü, birdenbire; "Peki, siz ruhun ölümsüzlüğüne inanmıyor musunuz?" diye sorardı. "Hayır, Sayın Mihail Averyaniç, inanmıyorum ve inanmak için ön bir sebep göremiyorum." "İtiraf edeyim ki, ben de kuşkuluyum. Gerçi, içimde, hiçbir zaman ölmeyecekmişim gibi bir duygu var ya! Kendi kendime, 'Hey moruk, artık ölme vaktin geldi!' diye düşünüyorum, fakat içimden bir ses, 'İnanma, ölmeyeceksin!' diyor." Sf. 40
- "Koskoca evrende tek başıma kaldığımı, kimsenin olmadığı bu dünyada gecenin beni kollayıp sinsi sinsi gözettiğini, kuş çığlıklarının, ağaçların fısıltılarının sadece bana korku vermek için var olduğunu düşündüm bir an. Büyük bir korkuyla, ne yaptığımı ne yöne gittiğimi düşünmeden, delicesine koşmaya başladım. O anda da daha önce dikkat etmediğim bir takım sesler duymaya başladım: Özellikle telgraf direklerinin acıklı inlemelerini.."