Ortalık aydınlanmaya, sokaktan faytonlar geçmeye başladığında Vasilyev, kanepede kıpırdamadan yatıyor, tavanda bir noktaya bakıyordu, Şimdi düşündüğü ne kadınlardı, ne erkekler, ne de havarilik. Tüm dikkati ruhundaki, ona ıstırap veren acının üstünde toplanmıştı. Aynı zamanda hem eleme, hem çok büyük bir korkuya, hem de umutsuzluğa benzeyen anlamsız, belirsiz, soyut bir acıydı bu. Nerede olduğunu gösterebilirdi Vasilyev. Göğsünde, yüreğinin altındaydı; ama bir şeye benzetmenin olanağı yoktu onu. Bir zamanlar birkaç kez şiddetli diş ağrısı çekmişti. Göğsü, adaleleri ağrımıştı, ama bütün bunlar ruh ağrısının yanında hiçti. Bu ağrı içindeyken yaşamı iğrenç görüyordu... Tezi de, yazıp tamamladığı güzel yapıtı da, sevdiği insanlar da, felakete sürüklenen kadınların kurtuluşu da ?daha düne kadar sevdiği ya da kayıtsız olduğu her şey- şimdi aklına geldikçe, sokaktan geçen arabaların tekerlek sesleri gibi, koridor hizmetçilerinin koşuşmaları, gün ışığı gibi sinirlerini bozuyordu. Önünde biri, büyük bir yüce gönüllülük gösterseydi ya da korkunç bir zorbalık yapsaydı, bu ikisi de aynı tiksinti dolu izlenimi bırakırdı üzerinde. Kafasının içinde tembel tembel dolaşıp duran düşüncelerden yalnızca ikisi sinirlendirmiyordu onu: Bunlardan biri, kendini öldürmek yetkisinin her an elinde olduğu düşüncesi; öteki de bu acının üç günden çok sürmeyeceği düşüncesiydi. Bu ikincisini şimdiye kadarki deneyimlerinden biliyordu.
Diğer Anton Çehov Sözleri ve Alıntıları
- "Bu zamanda mutlu birini görmek insanın garibine gidiyor" diyor. "Beyaz fil görmek, mutlu birini görmekten daha kolay."
- Her şeyden önce hayatın prizmadan geçirilmesi gerekir. Yani, daha açık söyleyeyim, ışığın yedi ana renge ayrıldığı gibi, hayatın da en basit elemanlara bölünmesi, her birinin ayrı ayrı incelenmesi gerekir.
- Başkalarının yalanlarını dinlemek ve yalanları yutmuş göründüğün için seni aptal bellemelerine göz yummak, alçalmayı sineye çekmek, dürüst, özgür insanların yanında olduğunu açık açık söyleyememek, üstelik yalan söylemek zorunda kalmak, gülümsemek... Hayır, hayır, beş para bile değeri olmayan bir lokma ekmek, bir sıcak köşe, bir mevki için çekilmez bütün bunlar. Böyle bir dünyada yaşanmaz!
- Öyle sanıyorum ki; düşünen insanlar her alanda duyarlı, sinirli oluyorlar. Belki de böylesi kaçınılmaz...
- Gökyüzünde ay gibi yalnız gezen bir insanım. Üstelik dolunay değil, yarım ay...İşte o yüzden kim ne derse desin, adım gibi eminim ve öyle hissediyorum ki, benim yarım ay olarak öteki parçam ancak aşkın doğal sonucuyla tamamlanabilir.
- Mutluluk saydığımız şeylerin, sıradan isteklerimizin peşinde koşarken yaşam bize neler kaybettirmiyordu ki!
- Aynı sap örtülü delik damlar, cahillik, çekilen sıkıntılar, ıssızlık, karanlık, baskı duygusu o günlerde de vardı, bugün de var. Bütün bu korkunç şeyler insanın alın yazısı gibi kaçınılmazdı, her zaman olmuştu, gelecekte de olacaktı. Aradan bin yıl geçse değişecek, güzelleşecek yeni bir yaşantı beklenmemeliydi. Öyleyse eve dönüp de ne yapacaktı?
- Eğer bir insan yaşamından hoşnut değilse, kendini mutlu hissetmiyorsa sokakta karşılaştığı mis kokulu ıhlamurlar, koyu ağaç gölgeleri, bulutlar, hallerinden memnun, kayıtsız doğa güzellikleri ona aşağılık biri olduğu hissi vermekten başka bir işe yaramaz.
- Aptallar kafalarındaki düşüncelerin bolluğuyla zengindirler!
- Bana göre bir insanın kafasındaki düşünceler de karşıda gördüğümüz ışıklar gibi dağınıktır, gecenin karanlığında bir çizgi üzerinde anlayamadığımız bir amaca doğru uzar giderler. Aslında ne bir şeyi açıkladıkları var ne de geceyi aydınlattıkları. Yaşlılığımızın ötesinde, bilmediğimiz bir yerde son buluyorlar sanki...