- Doğal veya tarihî kurallara aykırı olmamak kaydıyla, insanların ortak irade ve çalışmaları sonucunda gerçekleşmeyecek tarihî hedef yoktur. İnanılan ve onun için çaba sarfedilen ütopya, ütopya olmaktan çıkar. Bizim zayıflarımız ise ne inanmak ne de çalışmak isterler ve onların aşağılayıcı realizminin açıklamasını burada aramak gerekir. Müslümanların ittifakının gerçekleşemeyecek bir rüya olduğunu söyledikleri zaman, aslında onlar sadece hissettikleri güçsüzlüklerini ifade etmektedirler. O imkânsızlık dünyada değil, onların kalplerindedir.
- İslam geleneğinin büyük halifesi olan Harun er Reşid'den bahsederken J. Rissler şöyle yazmaktadır: "Onun büyüklüğü yetenek ve ruh sahibi insanları adeta mıknatıs gibi başkente doğru çekmekteydi. Böylece o etrafında alışık olunmayan ve şair, hukukçu, hekim, dil bilimcisi, musiki erbabı ve sanatçılardan oluşan bir meclis toplamıştı. Harun er Reşid'in sarayında olduğu gibi öylesine kaliteli aydınların toplandığı başka bir yere tarih tanıklık edememektedir. O ince kültür ve hoşgörünün zamanıydı. Halife Me'mun zamanında (Harun er-Reşid'in halefi) İslam devleti topraklarında 11.000 Hıristiyan kilisesi, yüzlerce sinagog ve zoroastra (ateşe tapanların tapınakları) mevcuttu ... 1065 yılında Bağdat'ta kurulan Nizamiye Üniversitesi bütün büyük İslam şehirlerindeki yüksek okullara numune olmuştur. Burada Kur an-ı Kerim, Hadis, hukuk, Şafii mezhebinin özel hukuku, filoloji, edebiyat, coğrafya, tarih, etnografya, arkeoloji, astronomi, matematik, kimya, musiki ve geometri okutuluyordu... Kısa bir süre sonra yine Bağdat'ta Mustansiriyye ismi ile meşhur olan ve hukuk, pozitif bilimler, edebiyat ve sanatı okutan evrensel İslami bir merkez kuruldu... O uluslararası genel kültürü bakımından önemi olan, daha sonra batının da Paris üniversitesinde dört Hıristiyan milleti birleştirerek taklit edeceği gerçek bir organizasyondu. İlkokul ve ikinci dereceli okullarda (medreselerde) eğitim ücretsizdi.... Bazıları Mekke, Kahire, Bağdat veya Şam'ın yolunu tutup bu şehirlerdeki büyük alimleri dinlemek için gidiyorlardı. Yolculuk esnasında her yerde ücretsiz kalacak yer, yemek ve ders bulabiliyorlardı... Tek kelimeyle Xl. asırdan XII. asra kadar o zamana kadar görülmemiş bir şeyi görüyoruz: Kitaba karşı her tarafta ölçülemez bir arzu, alimierin hitabetiyle çınlayan binlerce cami, şiir ve felsefe tartışmaların yapıldığı binlerce emir sarayı, ilim peşinde olan coğrafyacı, tarihçi ve ilahiyatçının dolu olduğu yollar. Bu, İslam tarihinin en önemli entelektüel devresidir". (J .Rissler).
- Beş yüzyıl zarfında, 700 ile 1200 yıllları arasında İslam, medeniyetinin üstünlüğü sayesinde dünyaya hakim olmuştu... "Marakeş'te halife En-Nasır İbn-ı Rüşd (Averroes) ile Aristo ve Platon hakkında tartışırken o sıralarda batıda aristokrat kesimi okuma yazma bilmemekle övünüyordu". Emevi sultanı mütefekkir Hakim 400.000 ciltlik kütüphaneye sahip idi ve 400 yıl sonra "Bilgin" lakaplı Fransız kralı V. Şarl ancak bin adetten az fazla bir kitap sayısıyla övünebildi. 891 yılında Yakubi Bağdat'ta 100'den fazla kütüphane saymaktadır. "Bu devirde edebiyat ve sanata yardım etmeyecek birinin zengin olması düşünülemezdi". (Rissler). Irak'ın küçük bir kasabası olan Nadife'de bulunan kütüphanenin içinde 40 000 cilt kitap, Hama'lı kürd prensi Ebu'l-Fida'nın şahsi kütüphanesinde 70 000 cilt, Güney Arabistan' da olan Resuli Emir El-Muayyed'in kütüphanesinde 100 000 cilt, Maraga' da 400 000 cilt kitap bulunuyordu ve Rey'de bulunan kitapların tasnif edilmesi için 10 büyük katalog gerekiyordu. Fakat en kapsamlı kütüphane 6.500 cilt matematik ve 1.800 cilt felsefeden olmak üzere toplam 1.600.000 cilt kitaba sahip olan Kahire'deki El Aziz'in kütüphanesidir. Buhara'da bulunan kütüphaneye gelince meşhur İbn-i Sina burada "dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan" kitaplar gördüğünü söyler.
- İslam hakkında ortaçağda yaratılan ve gerçekle alakası olmayan tasavvur, eskiden olduğu gibi bugün de Avrupa'da bulunan çeşitli ideolojik ve siyasi güçlerin menfaatlerinin lehinde olan bir durumdur. Bu güçler bütün diğer meseleler konusunda birbiriyle kavgalı oldukları halde, İslam ve Müslümanlara zarar vermek gerektiğinde her zaman hemfikirdirler.
- Matematiğin tarihsel gelişimi içinde az da olsa ciddi bir değerlendirme, Müslümanların bu bilime yaptıkları katkılar olmaksızın tasavvur dahi edilemez. Ancak öyle "becerikli" (!) tarihçiler oldu ki bu imkansız görülen olayı başarıyorlardı. Onlar, 1000 yıldan fazla bir zaman dilimini şaka yapar gibi atlayarak, Öklid'den doğrudan Avrupa matematiğinin başlangıcına geçiyorlar. Ciddi olmayan okuyucu bu "ölümcül atlayışın" farkına bile varmaz, varsa bile daha evvelden ortaçağın sözde boşluğuna hazırlandığı için buna çok önem de vermemektedir. O tip okuyucular, ortaçağın İspanya'dan Hindistan'a kadar olan geniş bölgelerde öyle boş olmadığını bilmez.Hakikatte ise matematik gelişmesinde kocaman bir devir atlanmıştır. Zira İslam matematikçisi İbn Ahmed (kullanılmasını İlmin Anahtarlan adlı eserinde önerdiği) "sıfır" rakamını keşfetti. Bu keşfin devrimci önemini sadece bu hususta tam anlamıyla bilgili olan bir okuyucu değerlendirebilir. İbn Musa'nın İntegrasyon ve Birlik Hesabı adlı eseri Gerard de Cremone tarafından XII. asırda Latinceye tercüme edilmiş ve bu eser batı üniversitelerinde XVI. asra kadar temel eser olarak okutulmaktaydı. Daha evvel zikredilen Ömer Hayyam Öklid'in geometri ile alakalı tezlerine yönelik meşhur eleştirilerini yayınlamış, onun (Hayyam'ın) ortaya koyduğu metreküp ölçümleri ise tüm ortaçağ matematiğinin en üst seviyesi olarak değerlendirilmektedir. Ebu Abdullah el-Battani (batıda Albategius adıyla bilinen zat, X asır) çağdaş trigonometrinin hakiki yaratıcısı olarak değerlendirilmekte ve onun bu manada ortaya koyduğu ilişkiler aynı formda bugün dahi kullanılmaktadır. Batı, sinus, kosinus, tanjant, kotanjant, binom, küre trigonometrisi kavramlarını Araplara borçludur. İlk sinus tablolarını 1229 yılı civarında Hasan el-Marakeşi yaptı. J.Rissler; "Onlar yunanlılar değil, bizim rönesansın hocaları olan Araplardı", demektedir.
- İslam kadına, insan şerefi, yüksek derecede bağımsızlık ve bazı konularda tam eşitlik tanımıştır. İslam'ın ilk yıllarında Müslüman kadınlar kocaları savaşa giderken arkalarına gitmez ve onlara çığlık atarak cesaret verici hareketlerde bulunmaz mıydı? (mesela 634 yılında Heraklius'a karşı kesin zafer olan Yermuk savaşında). Dünyanın en eski üniversitesi -Fas'ta bulunan Kayravan Üniversitesi (1960 yılında bu üniversitenin 1100 yıldönümü kutlandı) iki Müslüman kadının vakfıdır. Buna karşın bazı Müslüman ülkelerindeki Müslüman kadının durumu, kadını ezme ve ona baskı örnekleri adeta okul misali oldular.
- Tehdit ve acılar pahasına başı dik ve doğru kalmak mı, yoksa haysiyet ve şeref denilen değerleri ayaklar altına almak pahasına konfor, çıkar ve hayatı korumak ikilemin cevabına -ki bu durum her insanın günlük hayatında sürekli olarak tekrarlanıp durmakta- dünyanın bütün bilimleri ve enstitüleri bir saç teli mesafesi kadar yakınlaştıramamaktadır. İnanmak veya inanmamak sorunuyla olduğu gibi bu ve benzer meselelerle karşı karşıya kalan her insan tamamen yalnız başına kalmaktadır. Sadece ve sadece Vahiy bu "yalnızlığı" dağıtmaktadır. Cevap sadece orda bulunmaktadır. Bu sebeple vahiy sadece çok kıymetli bir şey değil o aynı zamanda en büyük ve yeri doldurulamaz bilgidir.
- İslam arzuların yok edilmesi değil, kontrol edilmesini ister. Seksin boğulmasını değil, seks disiplini talep eder. İslam'a göre doğanın olduğu yerde şeytan değil Allah ve O'nun eseri vardır.
- Din, aklın ürünü değil, fakat onunla çatışma içinde de değildir. İlim ve bilgi, dini yargılamak ve ya onu tesis etme imkânına sahip değilse de, onu zenginleştirebilir ve heyecanımız ile derin düşünmemizin sınırlarını kıyaslanmayacak derecede genişletebilirler: "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün birbiri ardından gelmesinde; ayakta iken, otururken ve yatarken Allah'ı anan, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünen ve: 'Ey Rabbimiz! Sen bütün bunları anlamsız ve amaçsız olarak boşuna yaratmadın. Seni tenzih ederiz. O halde ateşin azabından bizi koru!' diyen gönül erbabı için deliller vardır." (Ali İmran, 190-191)
- Ve her şey bittiğinde hatırlayacağımız şey; düşmanlarımızın sözleri değil, dostlarımızın sessizliği olacaktır...