- Hepimiz kendi masallarımızın kurbanıyız.
- "Kalp işlemiyor artık. Beyinde arıza var"
- "İnsan birisini bu kadar severse nasıl darılır?" diyordu. Hiç darılabilir mi? Muhakkak yorulmuştur..
- "Birdenbire içinden o eski kin, ta Atiye Hanım'la evlendiği günden başlayan ve kırk beş sene, toprağın altındaki maden yangınları gibi sessiz sadasız, bazı küçük fırlayışların dışında hiçbir iz göstermeden çoğalan, biriken büyük bir kin tekrar coştu." Saife 9
- Hayır, Behçet Bey ne bir sanat meraklısı ne de koleksiyoncu idi. O, sadece, şairdi. Onun için orijinal, hatta nadir eşyanın büyük bir mânası yoktu. Güzel inhinalı, yumuşak çizgiler, girift ve ince holezonlar birbirini kovalasın, iyi kabartılmış şekiller bu çizgi arabeskinin arasında birbirleriyle kucaklaşsın ve renkler gözlerinin önünde o sıcak ve sarhoş rakslarını yapsınlar, onu oldukları yerden alsınlar, kendi yaşanmamış hayatından başka yere, ya eskiye, yahut uzağa götürsünler. Bu elverirdi. Onun bütün bu eşyadan istediği şey, hülyasına bir çerçeve olmaları, ona bir firar kapısı açmalarıydı. Tesadüf ettiği şeylere sahip olmayı pek az isterdi. Behçet Bey, bütün ömrünce, yerinden kımıldanmadan 'Kaçmak, kadar bin türlü telâş ve üzüntü içinde' şöyle bir gidip gelen bu adamın hayatı, rastladığı eşyanın, insanların, işittiği bir fıkranın, hatırladığı bir adın telkiniyle başlayan seyahatlerle dolu idi. Sâîfe 17-18
- Hakikat şu ki Behçet Bey aynaları hem sever, hem onlardan korkardı. Aydınlıkta her karşılaştıkları şeyi güler yüzle içlerine alan bu sevimli mevcutların bazen o kadar haşin ve sert bir şekilde kendi üzerine kapanışları, sizi acayip bir sükût içinde sanıp mumyalayışları vardı ki... Aynalar, istedikleri zaman, dört bir yana salıverdikleri bu sessizlikte taksim kabul etmiş bir zamanın timsaliydiler. Hâlbuki Behçet Bey, daha çok bizim olan zamanı, beraberimizde getirdiğimiz ve yine beraberimizde götürdüğümüz, her zerresine ayrı mâna ve şekiller, ayrı çehreler vererek sahip olduğumuz zamanı, kendi eliyle tamir ettiği, temizleyip ayarladığı bir yığın saatin, kâh telaşla, kâh büyük bir sabır ve dikkatle teker teker, küçük küçük, hiç yorulmadan, yanılmadan, şaşmadan saydıkları, nabızlarımızın munis kardeşi olan zamanı severdi. Sâîfe: 23-24
- Eğer yaşamak kelimesinin manası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse her an küçülmek ve bunu nefsinde her lahza duymaksa bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de benimkiler de en derim şekilde yaşıyorduk.
- Uzakta Haliç'e giden bir vapur acı acı öttü. Bir köpek havladı. Birkaç köpek, daha uzaklarda ona cevap verdi. Dışarda İstanbul gecesi ağır ve hastalıklı, vehim ve sisle dolu.
- Eğer yaşamak kelimesinin manası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse her an küçülmek ve bunu nefsinde her lahza duymaksa bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de benimkiler de en derim şekilde yaşıyorduk.
- Ya, işte böyleyiz, bir rüyadan artakalmanın sonu budur