- "Benim çocukluğumun belli başlı imtiyazı hürriyetti. (...)
Ben bu kadar kendi zıddı ile beraber gelen ve zıtlarının altında kaybolan nesne görmedim. Kısa ömrümde yedi sekiz defa memleketimize geldiğini işittim. Evet, bir kere bile kimse bana gittiğini söylemediği halde, yedi sekiz defa geldi; ve o geldi diye biz sevincimizden, davul zurna, sokaklara fırladık.
Nereden gelir? Nasıl birdenbire gider? Veren mi tekrar elimizden alır? Yoksa biz mi birdenbire bıkar, "Buyurunuz efendim, bendeniz artık hevesimi aldım. Sizin olsun, belki bir işinize yarar!" diye hediye mi ederiz?(...)
Nihayet, şu kanaata vardım ki, ona hiç kimsenin ihtiyacı yoktur. - Antikacı dükkanlarında, üzerinde mazinin, yaşanmış zamanın izlerini taşıyan ve bu izlerle güzelliği, değeri artan, hülasa zaman ve insan tecrübesini kutsi bir büyü gibi kendi varlıklarında taşıyan bir yığın eşya vardı.
- (...)Realist olmak hiç de hakikati olduğu gibi görmek değildir.Belki onunla en faydalı şekilde münasebetimizi tayin etmektir.Hakikati görmüşsün ne çıkar?(...)Newton başına düşen elmayı,elma olmak haysiyetiyle mütalaa etseydi belki çürümüş diye atabilirdi.Fakat O böyle yapmadı.Şu elmadan nasıl istifade edebilirim? diye kendine sordu.Azami istifadem ne olabilir?..
- İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.
- İnsanın sevdiği bir ev olunca, kendisine mahsus bir hayatı da olur.
- Yahya Kemal'e hangi iyilik perisi, hangi doğru yol ilahı veya ilahiyesi durmadan yol gösteriyordu ki bu kadar yeni ve cazip ektüelitenin arasında hiç şaşırmadı.
- Dostoyevski'yi ise yeni yeni tadıyordum. Muazzam bir şeydi bu. Her an dünyam değişiyordu. İnsan ıstırabıyla temasın sıcaklığı her sahifede sanki kabuğumu çatlatacak şekilde beni genişletiyordu. Düşüncem adeta birkaç gece içinde boy atan o mucizeli nebatlara benziyordu. Ciltten cilde atladıkça ufkum başkalaşıyor, insanlığa ve hakikatlerine kavuştuğumu sanıyordum.
- Ben şimdi saatlerimi üşengeçliğe ayarladım. Yarına üşeniyorum mesela o yüzden bugün dün. Yahut bira içmek çok yorucu geliyor sodayla sarhoş oluyorum. Üzerimi örtmektense üşümem lazım. Bunları düşünmemek için de mektup bekliyorum. Mektupta her şey yazacak. Ben okumayacağım, tahmin edeceğim ama fazla da düşünmeyeceğim. Böyle böyle zaman lastik gibi uzayacak. Bir elimden bırakacağım yarın olacak dün.
- Bütün bunlara bakıp hakikaten hayatımı mühim, anlatılması behemehal lazım gelen bir şey sandığıma, ona olduğundan fazla bir değer verdiğime inanmayınız. Öteden beri Cenab-ı Hakk'ın insanlara bu hayatı, yazmak için değil, iyi-kötü yaşamak için bahşettiğine inananlardanım. Zaten yazılmış şekli mevcuttur. Nezd-i İlâhi'deki nüshasından, kaderimizden bahsediyorum. Hayır, hatıralarımı yazmaktan kastım kendimi anlatmak değildir. Sadece şahidi olduğum birtakım vak'aların unutulmamasına yardım etmektir.
- Nakit cezamızın dayandığı esas, şehre ait umumi saatler başta olmak üzere, açıkta bulunan saatlerden biriyle uymayan her saatten alınan beş kuruştan ibaretti.
Fakat bu saat ile bir başka saatin arasında da ayar farkı varsa, bu sefer ceza iki misli oluyordu. Böyle komşu olan saatlerin sayısı çoğaldıkça ceza da hendesî nispetle artıyordu.
Tam saat ayarı haddizatında imkansız olduğu için -bu, saatlere mahsus bir ferdî hürriyet meselesidir, bittabi o zaman bunu açıklayamazdım-, hele kalabalık bir yerde yapılan tek bir kontrolde epeyce miktarda bir para tahsili mümkündü.
Kaldı ki, biz bu karışık hesaba bir de ilerilik ve gerilik farkı ilave etmiştik. Herkes bilir ki, bir saat ya geri kalır yahut ileri gider. Bu işin üçüncü şekli yoktur. Bu da tam ayar imkansızlığı gibi umumi bir kaidedir; meğer ki durmuş olsun. Fakat burada iş şahsîleşir. Benim nazariyem şudur ki, insanlar kainatın sahibi olmak üzere yaratıldıkları için, eşya onlara uymak tabiatındadır.