- Sabah birlikte kahvaltı yapıyor, eğer işe gitmezsem, bütün günü birlikte geçiriyorduk. Bir anlamda onun yaşamına uyum sağlamıştım. Bütün zamanımı ona göre ayarlıyor, işlerimi ona göre planlıyordum. Daha önce birisi çıkıp bunu yapacağımı söylese, onun çıldırdığını düşünürdüm. Ama olmuştu işte, adeta önceki yaşamım sona ermiş, edindiğim davranış biçimlerini, alışkanlıklarım, hatta düşünce tarzımı bir yana bırakmış, bilmediği kıyılara sürüklenen bir yelkenli gibi Stefan'ın rüzgarına kapılmıştım.
- Onunla olmak benim için çok önemliydi ama bu kadar bağımlı olmak, onsuz yapamamak, beni ben yapan yaşamdan uzaklaşmaya başlamak... Bu kadar hızlı değişimin doğru olmadığını düşünüyordum. Düşünüyordum ama bundan rahatsızlık da duymuyordum. Çünkü mutluydum, yaşama bambaşka bir gözle bakmaya başlamıştım. Daha önce gördüklerimi artık görmüyor, daha önce fark etmediklerimi şimdi fark ediyordum. Değişikti, hareketliydi, canlıydı, tuhaftı, güzeldi...
- Kimse aşkı bırakıp gidemez, ancak aşk seni bırakır. O zaman bile gidemezsin. Gitsen bile her yere o da seninle birlikte gelir.
- Sustum. Öylece baktım yüzüne. Bir aşığın sevgilisine baktığı gibi mi, yoksa bir kurbanın katiline baktığı gibi mi? Bunu kestiremiyordum. Ancak bakışlarımda ondan yardım istediğimi biliyordum. Ama o bunu görmedi ya da görmezden geldi.
- Rüzgar, sonbaharda hep aynı şarkıyı söyler... Buna şarkı demek de doğru değildir; çoğu zaman bir ağıttır. Güzelin kısacık ömrüne, gidenin çekiciliğine, sevgilinin hayaline yakılmış bir ağıt. Her yıl tekrarlanmasına rağmen yıpranmamış, dipdiri kalmış,hüznünü zerrece yitirmemiş bir ağıt
- Bu memlekette kocası karısını kıskanır, öldürür; oğlan sever, kızı başkasına verirler, öldürür; baba, sevdiğine kaçan kızını orospu oldu diye öldürür; kadın, başkasına dadandı diye kocasını öldürür; abisi, erkeklerle konuşuyor diye kız kardeşini öldürür... Daha söyleyeyim mi? Hepsinin sebebi sevda denen o illettir. ?
- Yaşam o kadar zengin, o kadar güzel, o kadar fazla ilgi alanlarıyla dolu ki, bir insanın mutluluğunu, başka bir insanın davranışlarıyla sınırlaması bana çok saçma geliyor..."
- " ...Taşta kan vardı. Bahçede ürkütücü bir serinlik. Cinayetin tek tanığı dolunaydı. Hiç şaşırmadan , ürpermeden , korkmadan bakıyordu uzun boylu kavak ağaçlarının ölü yapraklarının arasından. Yedi kişiden en genç olanı vurmuştu kapıya. En yaşlı olanı çağırmıştı içeridekini. Yedi kişinin yedisi birden saplamıştı bıçaklarını içeriden çıkana. Taşta kan vardı. İnsanların yüreklerinde nefret, dolunayda derin bir sükûnet..."
- Hepimiz öleceğiz, herkes ölür. Bazen rüzgarda savrulacak hatıralar kalır geriye, bazen de unutulmaz eserler.
- Sahi nedir vatan? Bir toprak parçası mı, uçsuz bucaksız denizler, derin göller, yalçın dağlar, verimli ovalar, yemyeşil ormanlar, kalabalık şehirler, tenha köyler mi? Şimdi farkına varıyorum ki, benim için bir tek vatan varmış, o da sensin...