- Ama biz acıyla yaşamaya alışmışız, değil mi? bir yanımız ağlarken, bir yanımız güler... tabi ne kadar güler, orası belli değil. çünkü ateş düştüğü yeri yakıyor.
- Ama tarihin öyle kıymetli bir hafızası vardı ki, bütün hataların, bütün noksanlıkların, bütün basiretsizliklerin kaydını muntazaman tutmaktaydı.
- devletin derinlikleri, toprağın derinliklerinden daha karanlıktır...
- -Yarın sabah bir ameliyata daha girmek zorundayım. -Birinin kalbine daha dokunacaksın yani. -Evet, ama benim kalbim her zaman seninle olacak. -Benimki de seninle, biliyorsun başka türlü atmıyor zaten...
- ...yaşadıklarım bana öğretti ki, bu ülkenin asıl meselesi, milletin hep boyun eğmesi, hayır diyememesi, suskunluğu erdem zannetmesi.
- Aşk, dünyanın en iyi mazeretiydi...
- Evet, artık yaşlanmış Beyoğlu.Üstelik güzel bir yaşlanma değildi bu. İnsanlar iyi bakmamışlardı ona, yabancı seyyahların bir zamanlar dünyanın en çekici kadını olarak tarif ettikleri bu benzersiz yerin, vakitsiz çökerek adeta bir ucuzeye dönüşmesi için ellerinden geleni yapmışlardı. Ancak barbarlara yakışır bir açgözlülükle, yüzyıllık binalarını yıkmış, zarif sokaklarının canını okumuş, zaten küçük olan meydanlarını iğrenç apartmanlarla doldurmuşlardı. Hala cazibesini koruması, bırakın korumayı, ayakta durması bile mucizeydi.
- "Kadınlar" diyor bir ses zihninin derinliklerinden, "Kadınlar, onlarla oynayamazsın... Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun."
- İki cinayet yerinde de aynı afişten vardı.
- "Çünkü yaşadıklarım bana öğretti ki, bu ülkenin asıl meselesi, hep boyun eğmesi, hayır diyememesi, suskunluğu erdem zannetmesi. Üstelik öyle kolayca vazgeçilecek alışkanlıklar değil bunlar. Etimize, kemiğimize işlemiş, tenimize sinmiş, binlerce yılın lanetli mirası..."