- "Işığı yak" yerine "ışığı uyar" derdi babası.
- (...) Önünden geçen kadın, kendine mi güldüğünü sandı ne, ters ters baktı. Neşesi kaçtı. "Yürüyelim. Bilmediğim şey değil." Durdu. "Ya deniz? Sonra." Geriye dönüp arkasına takıldı. Kolsuz giysinin üstündeki çiçeklerin rengini seçemedi. Yazın, sanki akşam olmadan gece başlıyordu. On adım ilerisindeki kadın -"Yoksa kız mı? Çorapsız..."- başını çevirip baktı. Yürüyüşü değişir gibi oldu. Az sonra bir başka sokağa saparken bir daha baktı. Bu sokağın lambaları, sıra ağaçların altını aydınlatamıyordu. Loştu. Bahçelerin parmaklıklarına sarılmış hanımellerinin kokusunu duyuyordu. Kadın, bir ağacın altında durup ona döndü.
Görmek istediği yalnız bu değil miydi? O ters bakışın yapmacık, alışılmış bir kibir gösterisi olduğunu bilmiyormuş gibi, bir daha öğrenmek için arkasına düşmemiş miydi? Öyleyse neden yaklaştı ona? Bilmiyordu. Kadın,
-Sizin başka işiniz yok mu? diye sordu.
-Hayır. Aylakım ben.
Fıkırdadı. Çekik burnuyla bir tanıdığına benziyordu
-Evime yaklaştık, dedi. Gidin artık. Hem nişanlıyım ben.
Yüzüğünü göstermek için elini ona uzattı. Oysa bu eli tutup sıktı.
-Sevindim buna, dedi. Evliyim diyeceğinizden korkuyordum.
Avucundaki elde bir "kalsam mı, çekilsem mi?" savaşı vardı. Durdukları yer karanlıktı ama, yoldan bir geçen olsa çekileceğini biliyordu. Kızın sırtını ağacın gövdesine dayayıp eğildi.
-Ne yapıyorsunuz? Ah göre...
Ağzını dudaklarıyla kapadı. Önce bir ruj kokusu duydu... (...) - (...) - En kötüsü güzel burunlu yaratılmaktır. Adınız Güler, değil mi?
- Ben daha sizinkini bilmiyorum.
- Öğreneceksiniz. Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır. Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor. Ama yapışıp kalıyor ona. Onsuz olamıyor. (Sustu. Bir sigara yaktı.) Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz: Sigara içtiğimi. İşte bir başkası: Bütün bu "siz"ler, "iz"ler, "uz"lardan sıkılırım ben. Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana. İkinci konuşmamda "sen" diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam. Ne dersin(iz)?
- Galiba sizi anlıyorum.
- Yanılıyorsun. "Siz" anlamaz, "sen" anlanır. Bazı kitaplarda "sizi seviyorum" u okuyunca gülerim. Sanki "siz" sevilirmiş! "Sen" sevilir, değil mi? (...) - İstemeden kirleniyor insan.
- Eylül 8
Kıyıda belki hiç bitiremeyeceğim resme çalışıyordum.Arkamda uzanan C. birşey söyledi.Döndüm,
-Anlamadım,dedim.
-Kuyara ile Adako,dedi.
-Ne o?Bir ilkçağ trajedisinin adı mı?
Paleti bırakıp gittim yanına oturdum.
-Bütün çaların trajedisi bu,Ku-ya-ra;'Kumda yatma rahatlığı.'A-da-ko:'Ağaç dalı kompleksi.'Şimdi kumda yattığım için kuyara diyorum.Daha da genişletilebilir.Kuyara,alışılmış tatların sürüp gitmesindeki rahatlıktır.Düşünmeden uyuyuvermek.Biteviye geçen günlerin kolaylığı.Ya Adako?Ağaç dalındaki,gövdeden ayrılma eğilimini fark ettin mi bilmem?Hep öteye öteye uzar.Gövdenin toğrağa kök salmış rahatlığından bir kaçıştır bu.Özgürlüğe susamışlıktır.Buna ben 'ağaç dalı kompleksi 'diyorum.Genç hastalığıdır.Çoğunlukla Kuyara dişidir.Adako erkek.Pek seyrek cins değiştirdikleri de olur.Ağaç dalı kompleksine tutulmuş kişi tedirgindir.İnsanların ağaç dallarını budayıp gövdeye yaklaştırdıkları gibi,yakınları onun içindeki bu Adako'yu da budarlar.Onu gövdeden ayırmamak için ellerinden geleni yaparlar.Kimi insana ne yapılsa yararı olmaz.Asi daldır o.Ayrılır.Balta işlemez ona. - -Yapamıyorum dedi .Olmuyor.Oysa seni seviyorum,biliyorum.Ama yapamıyorum.Neden,Neden olmuyor?'Çünkü yardım etmiyorum sana.'diyecekti,demedi.'Soyunurken,babanın duyunca,nasıl şaşıracağını,başklarının neler diyeceğini düşündün.Şimdi seni kucaklayıp yatağa yıksam,öpe okşaya etini kışkırtsam,kulağına benden duymak istediklerini söyleyip seni kandırsam herşeyi yeniden unutursun.İstemiyorum böylesini .Yarım bardak şarap içirdim diye nasıl içimi yedim görmedin mi?Bu mavi boşlukta etimiz bile sonuna dek sevişemiyor.Çünkü bu ses geçmez, ışık sızmaz odada bile başkaları bizimle birlik.Ama birgün babanı,başkalarını kovup geleceksin.O zaman keskin ışıkta soyunup açık pencerede sevişeceğiz.Acelam yok benim,biliyorsun.'
- "Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine, sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır. Herkes kendi tutamağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi, pırıl pırıldı. Herkesin, "- Veli ağanın öküzleri gibi öküz yoktur," demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum: Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimiz, benimle birlik düşünen, duyan, seven bir kadın!"
- Güneş doğmadan bağda olması için erken yatması gerekiyordu. Ayakyolunun yerini öğrenmediği için ahırın bir köşesine işedi. Tulumbada ayaklarını yıkadıktan sonra soyunup yatağa girdi. Gözlerini yumdu; beygirlerin ağız şapırtılarını dinledi bir süre. Köyü, Makbule'yi düşünürken kafasında onunla çamaşırcı kadın birbirine karışıyordu.
- Bir sabah Nebile gittikten sonra ayak izlerinden birini kokladı uzun uzun ve aynı gece düşünde onunla sevişti.
- - Dediydim sana, geceleri soğudu gari içerde yat diye.(Cibinliği kaldırıp topladı, alnini elledi.) Ateşin var, soğuk almışsın. Az kıyıya çekil de yatağını sereyim.
- Önce beygiri sulayıp hendeğe çak.
- Beygir biraz beklesin