- Kafeden çabucak dışarı çıktım, kendimi sokaklara attım. Sokaklarda bir başıma yürürken, sağanak halinde yağan yağmurda akış hızını arttıran bir nehir gibiydim. O anda yüreğim, bir zamanlar yüreğim, bir zamanlar rüyalarımda gördüğüm genç adamın aşkıyla coşuyor, coştukça da sağanak yağmurun altında mutluluktan gözyaşlarım akıyordu.
- "Sırplar," dedim. "Bir tek bizleri değil, şu zavallı incir kuşlarını bile öldürdüler".
- Ruhumun derinliklerinden gelen bir sesle, "Yarabbi," dedim. "N'olursun ellerimden tut..."
- O anda zaman durdu sanki. Milcho Manchevski'nin hem senaryosunu yazdığı, hem de başarılı bir şekilde yönettiği Yağmurdan Önce adlı filmi gözlerimin önünden hızla geçti. Filmde, beklenen yağmur en sonunda yağar ama savaştan geriye kalan her şeyi yağan yağmurun temizlemesi mümkün müdür? Savaşlarda onca yaşananlar insanoğlunun en karanlık ve en vahşi taraflarına ait öykülerse, makineli tüfekler ve top mermileri art arda patlayıp etrafa ölüm saçıyorsa, tecavüz mağduru zavallı kadınlar 'nefret çocukları'nı dünyaya getiriyorsa...
- Ama sen benim gözümde asla alnı lekeli bir insan değilsin.
- Bu karanlık geceler ne zaman bitecek? Umudun gün doğumunu ne zaman göreceğim? diye Allah'a yalvarmaya başladım.
- Artık ölülerime dahi ağlayamayan bir ölüye, bir gül olup da gülemeyen kaderi bahtsız birine dönüşmüştüm.
- Yalnızca bir gün içinde her şeyimizi kaybetmiştik. Elimi açtım. "Yarabbi," diye söylendim. "Şu dünyadan bir an önce çekip gitmeme engel olma"...
- Kader bizi ne inanılmaz bir şekilde birleştirdi, görüyor musun Suada?
- Suçunuz ne mi? Hem Türksünüz, hem de Müslüman. Bundan daha büyük bir suç mu olur? Biz Türk değil Boşnakız, dedim. Doğru, dinimiz de İslamiyet.