- Bir de şunu eklemek lazım: Özel mülkiyetin tesisinden doğan şeytani kötülükleri azaltmak için yine özel mülkiyeti kullanmak ahlaksızlıktır. Hem ahlaksızlık hemde adaletsizliktir. Sosyalizm çatısı altında bunların hepsi değişecektir elbette. Kokuşmuş batakhanelerde, çul çaput içinde yaşayan insan kalmayacaktır.
- Katlanılmaz, her yönüyle iğrenç koşullar altında sağlıksız, açlıktan midesi kursağına yapışmış çocuklar büyütülmeyecektir. Toplumun güvenliği şimdi olduğu gibi hava koşullarına bağlı olmayacaktır. Don vurduğunda yüz binlerce insanımız işsiz kalıp mide bulandıran bir sefalet içinde sokaklarda serserilik etmeyecek, komşularından dilencilik yapmayacak, bir lokma ekmekle bir gecelik pis bir yatak için rezil barınakların kapısına yığılmayacaklardır. Toplumun bütün üyeleri tek tek toplumun genel refahıyla saadetinden payını alacaktır ve don vurduğunda kimse olduğundan kötü duruma düşmeyecektir. Öte yandan, Sosyalizmin kendisi sırf Bireyselliğe yol açtığı için çok değerli olacaktır.
- Özel mülkiyetin kaldırılmasıyla gerçek, güzel ve sağlıklı Bireyselliğe kavuşacağız. Kimse bir şeyleri ya da bir şeyin sembollerini biriktirerek harcamayacak hayatını. Herkes yaşayacak. Yaşamak şu hayatta en nadir rastlanan şey. Çoğu insan yalnızca var, o kadar.
- Eskiden insanların elinde işkence sehpaları varmış. Şimdiyse basın avuçlarının içinde. Bunun bir gelişme olduğu muhakkak. Yine de neresinden bakarsanız kötü, yanlış ve moral bozucu bir gelişme. Birisi -Burke müydü?- basının dördüncü güç olduğunu söylemişti. Bu o zamanlar şüphesiz doğruydu. Ancak şimdi basın tek güç.
- Üç çeşit despot vardır hayatta: Bedene zulmeden despot, ruha zulmeden despot ve her ikisine birden zulmeden despot. İlkine Prens, ikincisine Papa, üçüncüsüne ise halk denir. Prens eğitim görüp terbiye edinmiş olabilir. Pek çok prens böyledir. Ancak prensin olduğu yerde tehlike vardır. İnsanın aklına Verona'daki o acı şölende Dante geliyor ya da Ferrara'da tımarhane hücresindeki Tasso. Nihayetinde sanatçının Prenslerle yaşamaması en iyisidir. Papa da eğitimli, terbiyeli olabilir. Pek çok Papa eğitim görmüştür; kötü Papalar da öyle. Kötü Papalar güzelliği iyi Papaların düşünceden nefret ettiği kadar tutkuyla sevmiştir neredeyse. Yok, ikisinin tutkuları eşittir. Papalığın şerrine çok şey borçludur insanlık. Papalığın hayrının ise insanlığa büyük bir borcu vardır.
- Sen, beni tükettin. Küçük balık, büyük balığı yedi. Bu durum, güçsüz olanın, güçlü olan üzerinde sürdürdüğü tiranlıktı, oyunlarımdan birinin bir sahnesinde belirttiğim gibi: 'yok olmayan tek tiranlık'.
- Önemsiz konularda sana boyun eğmemin bana zarar vermeyeceğini, yaşamsal önemi olan anlar gelip çattığında ise irademin üstün gücünü ortaya koyabileceğimi sanmıştım. Öyle olmadı. Tam da o büyük anda, iradem sıfırı tüketti. Aslında, yaşamda önemli şey, önemsiz şey yoktur. Her şey, her konu, aynı önemde, aynı büyüklüktedir. Her şeyde sana boyun eğişim, başlangıçta bunu önemsemeyişime bağlı olarak, bende bir alışkanlık haline gelmiş ve sonunda yaradılışımın bir özelliği olmuştu, ben farkına varmadan. Düşünme, duyumsama yeteneğim, sürekli ve öldürücü bir basmakalıplığa sürüklenmişti.
- Acı çekmek -senin için tuhaf olsa da- bizim, varoluşumuzu gerçekleştirme yolumuzdur, çünkü varoluşun bilincine ulaştığımız tek yoldur bu; geçmişteki acıların anısı, süregelen kimliğimizin bir kanıtı, bir belgesi olarak gereklidir bize. Benimle mutluluk anıları arasında bir uçurum var, yine benimle mutluluğun kendisi arasındaki uçurum kadar derin.
- Yaşamdaki yıkıcı yanlışlıklar, insanın mantıksız oluşundan kaynaklanmaz. Mantıksız bir an, insanın en güzel anı olabilir. Yanlışlıklar, insanın mantıklı oluşundandır. Arada büyük bir fark var.
- Benimle o uzak tarihin arasından yaşaımn büyük ırmağı akıyor. Sen, bu boşuna akıp giden engin suyun karşı yakasını çok güç görebilirsin, belki de göremezsin. Ama bana, dünmüş gibi demeyeceğim, bugünmüş gibi açık seçik, yeni olmuş görünüyor. Çekilen acı, süre olarak tek ve uzun bir andır. Bunu mevsimlere bölemeyiz. Yalnızca özel durumlarını saptayabilir ve bunların yinelenmelerini tarih olarak sıralayabiliriz. Zaman, bizimle ilerlemiyor. Dönüp duruyor. Sanki acıdan oluşmuş bir merkezin çevresinde döngüsel bir hareketi yineliyor.