- Sen ve ben olduğumuz sürece tüm bu hüzünler sıcak bir yakınlaşma için bahanedir.
- Nasıl anlatsam,birtakım insanlar zenginler,katı yürekliler filan beğenilmez ya;onların insanlıktan yoksun olduğu,nasıl başarı kazanırlarsa kazansınlar,bazı değerleri bilemeyecekleri ileri sürülür ya;işte bunlara karşı çıkanlar da bir bakıma onlar gibiymiş.
- "Ne-var-ne-yok-iyilik-sağlık oynuyorum her gün." (Syf:53)
- İnsanın geliştiği filan yok. Yalnız kusurlarına alışıyor, o kadar.
- Konur benden Türk Romanının Sorunu gibi bir şey sormuş. Türk Romanının Sorunu kişiliktir. İnsanımızın kişilik kazanma savaşının önemini henüz kavramamış olmasıdır. Kendisiyle hesaplaşma diye bir kavramın varlığından habersiz oluşundandır. Bunun için romanımız düzmecedir. Diyalektik gibi gerçekten büyük kavramların gerisine sığınan cüceler ordusu oluşundandır. Köylünün sefil yaşayışı olgusu büyük roman yazmayı gerektirmez. Buna benzer sözler söyleyenlerin de aslında sözlerinin anlamını kavramamaları da daha acıklı bir durumdur. Halka büyük doğrular adına yalan söylemekten kurtulamamaktır sorunlardan biri. Kültürsüzlüktür. Ve en önemlisi ne kendini ne gerçeği sezememektir. Sezgisizliktir. Duyarsızlıktır. Kültür kopukluğudur. Kendinden yirmi yıl önce yaşamış bir romancıdan yirmi yıl ileride olduğunu düşünme yanılgısıdır. Kötü romanları, büyük sözlerle yutturacağını sanma yanılgısıdır. Bir iki toplumsal gerçeği bir yerden duyan insanın başka şeyleri duymamasından ileri gelen bir cahillik coşkunluğudur. Bir edebiyat çetesine yaslanmanın verdiği rahatlıkla yıllar boyunca bir arpa boyu ilerleyememenin zavallılığıdır. Derinlikten, derinliğine ilerlemekten korkmanın böcekçe korkusudur. Havuz edebiyatıdır. Yüzeyde çırpınmanın verdiği korkunun edebiyat heyecanı sanılmasıdır, böcek yanılgısıdır. Öyle bir çıkmazdır ki düzenden yana olanın da, düzene karşı olanın da aynı sularda çırpınmasıdır. Haksız olana karşı çıkanın da haksız olduğu bir ortamdır. Bunları yazmanın da bir yararı yoktur aslında. Kişilik kazanmamış bir yarı aydınlar ortamında kimsenin yarım yamalak düşünce ve duygu 'müktesebatı'nı irdelemeye, kendi edinimleriyle hesaplaşmaya niyeti yoktur çünkü. Herkes kendinden o kadar memnundur ki, bütün endişesi esnaflığını nasıl sürdürebileceğidir, dükkanda mallar eksik olmasın, reklam da iyi yapılsın yeter.
- İnsan ilk gençliğinde topluma karşı duyduğu ilk tepkilerinde, ona karşı çıkmış bilinçsiz kişileri (fahişeler, lumpen proletarya, serseri edebiyatçılar vb.) gözünde yüceltiyor. Bu arada toplumcular da, kişilikleri çoğu zaman göz önünde tutulmadan hayran olunacak kişiler arasına giriyor. Sonra onların kötülükleri görülünce bu sefer toplumculuktan soğuma gibi bir aykırı sonuç çıkıyor. Ya da kural dışı ne varsa, kendini yok etme pahasına insan onları yaşantısına alıyor. Evli erkeklerin küçük kaçamaklarından iğrenen biri ya evliliği anlamsız bir püritenlikle benimsiyor ya da kurduğu evlilik dışı ilişkileri sonuna kadar sürdürerek hayatındaki kadınların sürekli olarak değişmesine yol açan toplum dışı ve bunalımlı bir yaşantı içinde bocalıyor. Prof. Server, bu karmaşıklığı yaşantısında ve çevresinde görerek anlatabilir. Yeni -toplumcu- bir ahlak düzeni kurulmadan, eski düzeni kişisel hayatında yıkmaya çalışan insanların dramıdır bu.
- ve kalabalıkla birlikte onlara alkış tutanlar ve onlarla birlikte her tartışmada en bayağı usullerle haklıyı haksız çıkaranlar ve onlarla birlikte her savaşta kazananı tutanlar ve onlarla birlikte kimseye zararı olmayan zayıfları ezerek kuvvetli olma duygusunu tatmin edenler ve onlarla birlikte her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşünceden insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendilerine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler ve böylelerine her zaman haklı çıkarıcı bahaneler sebepler yasalar kurallar sınıflamalar bulup çıkaranlar yani her zaman insanları insanlardan ayıranlar ve onları birbirine düşman edenler ve onlara körü körüne uyan kalabalıklar ve gerçeği boğanlar ve onlarla birlikte insanı bu koca dünyada yalnız bırakarak arkadaşlık dostluk sevgiyle uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar onlar.... karşımıza oturacaklar. ve biz onlara diyeceğiz ki:Hesaplaşma günü geldi.Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli olurken içinizden güldünüz. Ve çıkarınıza baktınız....Böylece bugüne kadar iyi(siz) Kötü(biz) geldik. Bize sizleri, yargılamak gibi zor ve beklenmeyen bir görev ilk defa verildi; heyecanımızı mazur görün. Aramızda hukukçu olamadığı için söz uzatılamadı, sanıkların kendilerini savunmalarına izin verilmedi. Sanıkların ellerinden başarılarının alınması oy birliği ile karar verildi.
- Oğuz Atay okumaya başlamak için doğru tercih olacağını düşünüyorum. Dostoyevski´yi tanıyarak okumak için Yeraltından Notlar´ı okumak ne demekse, Korkuyu Beklerken de Oğuz Atay için aynı şeyi ifade ediyor. Romanda, biyografi yazarlığında, oyun yazarlığında beni büyülemiş bir yazar olarak öykücülükte de en az diğer dallarda olduğu kadar etkileyici ve kendine özgüydü. Korkuyu Beklerken ve Beyaz Mantolu Adam başta olmak üzere her öyküsünü böyle bir yazarla aynı toprakların insanı olma gurur ve mutlu...
- "Sen öldün: ben de koridorlarında, anlamsız bekleyişlerin içinde ölüyordum. Gerçekten öldün mü Selim? Bu yalnızlık dolu koca dünyada bütün tutunamayanları öksüz bırakıp gittin mi?
Bat dünya bat!" - Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum.