- Kişiliğin parçalanması meselesi teorik olmaktan çıkarılmazsa etkilemiyor insanı. Oyunların ötesinde bir gerçekliği var bu meselenin. Birden fazla kişiliği olmak, birçok insanı anlamayı sağladığı halde, tutarsızlık açısından yıpratıcı oluyor. Bunu ben mi yaptım? sorusu beyni kemirir, bir çılgınlık kabul edilir bu davranış. Bu hareketin sorumluluğunu yüklenmektense geçici bir delilik içinde olduğumu kabule hazırım.
- Anlamıyorsun, derdi. Bütün bu yazdıklarım uydurma. Aklımdan geçenleri yazmaya cesaret edemiyorum. Alışılmış kalıplar içinde bocalıyorum. Kalıbım yok benim: biçimsiz bir şeyim ben. Eriyip dağılıyorum yazarken. Olmuyor. Bana uzak gelen yaşantıları düzmece bir biçimde anlatmaya çabalıyorum. İçinden geldiği gibi yazsan, içinden geldiği gibi anlatsan Selimim. Olmaz. Deli derler adama sonra. Hemen damgayı yapıştırırlar. Daha kötüsü, hiçbir şey demezler. Ya da, bütün çıkardığın gürültünün sonunda bunu mu yazacaktın derler; ayrıca içim o kadar karışmış ki sahtelikleri ayıklayıp temizleyemiyorum. Bütün suç, savaş yıllarında yediğimiz kara ekmeğin. Bizi iyi beslemediler. Sonra da yağlı yemekler verdiler. Beynim yağ bağlamış olacak. Büyük ve güzel şeylerin dışarı çıkmasına izin vermiyor. Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz
- Salı günü ne yapmalıyım?
Çarşamba günü nereye gitmeliyim?
Perşembe günü hangi kitabı okumalıyım?
Ne zaman yemek yemeliyim?
Ne zaman uyumalıyım?
Arada boşluk bırakma sakın.
Tehlikeli oluyor benim için.
Rüyalardaki gibi hep benim yanımda ol. - Ne zaman hayata tutunmaya çalışsak, hep mahrem yerleri denk geldi elimize...
- Evet, gökyüzüne bakmıştım, yuvarlak ve parlak ve ışıklı bir daireden başka bir şeye benzemeyen aya bakmıştım ve ne kadar güzel, tıpkı öğretildiği gibi güzel, anlatıldığı gibi güzel demiştim; sonra, başımı aşağı doğru hareket ettirerek, denizde ayın ışıltılı çizgilerini aramıştım.
Ne acıklı bir maceraydı bu. Belki de değildi; belki de, bunun acıklı bir macera olduğunu da bir yerden öğrenmiştim, bir yerde okumuştum. Hafızam zayıfladığı için, neyi nerede okuduğumu unuttuğum için, bana ait birtakım duygular olduğunu sanıyordum.
Acaba, içine düştüğüm durum, daha önce nerede acıklı olmuştu? Mısır'da mı? Eski Yunan'da mı? Kendimi romantik dönemin Fransızları, İngilizleri ya da Almanlarıyla mı karıştırıyordum? Ben bir şeyin taklidiydim; fakat aslımı bile doğru dürüst öğrenememiştim. Belki de bana ne olduğunu sonuna kadar okumamıştım. Yarabbim ne korkunçtu! Belki de birilerinden duymuştum, onlar da başka birilerinden duymuştu, başka birileri de...
Ülkeme ve insanlarına kızmaya başladım: Kimsenin doğru dürüst okuduğu yoktu. Doğru dürüst hissetmesini bile beceremiyorlardı. Bu yüzden insan, duyduğu şeyleri söyleyen insanların kültürüne güvenemiyordu. Belki bu zavallılığın, bu yarım yamalaklığın, bu gülünç durumun bile bir aslı, gerçek bir biçimi vardı.
Albümü elimden bıraktım. Her şeye yeniden başlamak da mümkün değildi. İstesem de mümkün değildi. Nerede kaldığımı unuttuğuma göre, baştan başlamak için de birtakım yetenekler gerekliydi; daha talihli doğmuş olmak gerekliydi meselâ. Yeni bir dil öğrenebilmek için, hiçbir dil bilmemek gerekliydi. Bu mezhepten gelen mektup meselesinin uzun süreceğinden emin olsam, belki uzun süreli işlere girişebilirdim.
Düşünme! dedim kendi kendime, düşünme. Düşünmeyi bile bilmiyorsun. Önündeki işe devam et. Birbirine benzemeyen fotoğraflarını yapıştır yan yana, bir işi de sonuna kadar götür. Ölmezsin ya. - Selim: "Rezilliğimden" , dedi. "Biliyorsun Yer Altından Notlar'da Dostoyevski..."
- duruyorum...susuyorum...
uzun zamandır... birgün´ü bekliyorum sanırım
bir gün her şey iyileşecek deyip
içimde öyle büyük fırtınalar biriktiriyorum ki
o fırtınaların her birinde "okkalı küfürler" çığlığıma kapılıp
kayboluyor... yutuluyorum olric
doğru olanı yapmak her zaman mutlu etmiyor olric...
mutlu olmak adına tüm düşüncelerimi bir kenara bırakma arzusuyla yırtarken yazılmışları...yaşanmışlıkları ki ben mutluydum olric.. mutluyduk..mutluymuşum biliyorum ki artık kendi istemedi mi gelmeyecek mutluluğum, sahip olmayacak hayatımıza olric..
işte bu yüzden al yalnızlığımı ört üzerine
al yalnızlığımı olric.
giderken hiç gitmeyen kaçarken hep beni izleyen
her adreste karşıma çıkan sensin olric...
bak yağmur yağıyor yine üstelik gri.
bu aralar yağmurların rengi hep gri...
sen yağmur ve bir bardak demli çay...
birbirinize ne de çok yakışıyorsunuz
sen çayı çok seversin olric yağmuru da ben
sensiz çay ısıtmıyor içimi olric...
bilmiyorsun ki "koca bir ömrü harcamak" dedikleri gerçeğin altını seninle çizdim ben..seni özlüyorum yağmur içimde hep seni özlüyorum olric...bul beni! çek çıkar düştüğüm kuyudan...ki biliyorsun ben var halimle yok olma çabasındayım nefes aldığın her anı hayata döndürememenin telaşındayım..
yazıyorum olric...okuya okuya bul beni..
ne imla..ne satır arası... ne paragraf..
boşluk yok olric...dopdoluyum...
buralarda kalakaldım olric...
bir o kadar durgun öyle bir şey işte...
görüyorum ki benimle birlikte hiçbir şey kalakalmıyor
zaman durmuyor insanlar durmuyor rüzgar esiyor yine sular akıyor saat inadına tik tak...akşam oluyor sabah oluyor...
ağaçlar bir döküyor yapraklarını bir çiçek açıyor...
ben hariç hiçbir şey kalakalmıyor olric...
hüzne bulanmadan yaşanmıyor ki olric...
ilk açılan yaranın bir daha kapanmayacağıni
ilk kopan fırtınanın ömür boyu dinmeyeceğini
hep ilk olanın ne varsa aniden değiştirivereceğini
nereden bilebilirdin ki olric... şehirler değiştiriyorum olric
"içimden şehirler geçiyor sen her durakda duruyor inmiyorsun"lara takılıp kalıyorum şehirler değişiyor olric ben değişiyorum değiştikçe kanıyorum dünya da değişiyor ya...
bir yaşanmışlıklar olduğu gibi duruyor işte...
"sen yok desen de... ay dolunay işte..."
ve ben vazgeçip her şeyden
hayatlardan bir gölge gibi çekiliyorum uzaklara...
oğuz atay - tutunamayanlar - Sen ile ben olric...
öğrenmeliydik yalnızlığın kaç bucak olduğunu...
ve bir ve iki ve üç olric...dönüş yok...
Sen ve ben...tükendiğinde yittiğinde her şey "yaşandı bitti"
diyebilecek gücü şimdiden toplamalıydık...
Geç mi kaldık Olric ?
"hiçbir gerçek yaşantım olmasaydı daha kolay geçirebilirdim zamanı yaşamak diye bir gerçek olduğunu bilmezdim oysa sen bana ilk gerçek yaşantıyı tanıtmakla yaşamadığım bütün hayallerimin gerçekleşebileceği saplantısına kapılmama sebep oldun(...) - yorgunluğumu anlatamıyorum kimseye olric. yakınmalarımda ince bir alay görüyorlar. bu inceliği bana yakıştıranlar tabii cahil insanlar. ötekilerle artık görüşmüyorum. darıldım onlara. onlar bu dargınlığımın farkında değil tabii. kapıdan çıkıp gidince hemen unutuluyorum. bir de benimle uğraşacak vakitleri yok. çünkü uğraşmaya değmiyorum. ben de darıldım onlara işte. yolda onlardan birini görünce, sıkılarak gülümsüyorum. içimden geçenleri saklamak istiyorum. onların içinden ne geçtiğini anlayamıyorum; yüzlerinden belli olmaz ki duyguları. bu nedenle,yüzlerini görmek içime sıkıntı veriyor. sıkıntıma onlar sebep oldu sanki. hepsi de sanki hiçbir şey olmamış gibi rahatça yürüyor yolda. karşıdan karşıya emin adımlarla geçiyorlar. günlük yaşayışlarını sürdürüyorlar. galiba yalnız ben yoruldum. ve bu yorgunluğumu yaşamak zorundayım.
- birbirine benzeyen günler,yaşarken nasıl geçtiği anlaşılmayan günler,tarih düşürülmesi imkansız günler birbirini kovaladı.pazartesi oldu,sonra pazar,sonra gene pazartesi.sonra gene pazar oldu.yakalamaya,yetişmeye imkân yoktu;sonra gene pazar oldu.