- "Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor; terk e mani olan ne?"
- "Madem ki içinde bulunduğun yer, konuştuğun kimse sana feyz vermiyor; terk e mani olan ne?"
- Nur'un bir kalbi var.
Ama kanıyor.. - İstanbul'un zenginleri artık şehrin oldukça uzağında yeni kurulan steril sitelerde mekan tutuyor,yeni ?uydukent'ler kuruluyor.
(....)
Paralı kesim ekmeğini yiyip,suyunu içtiğ; hastanesine,mektebine,üniversitesine,çarşısına pazarına ortak olduğu bu şehirden niçin acaba bir cüzzamlıdan kaçar gibi kaçıyor? - ?Suyu akmayan bir çeşme kadar hüzün veren ne olabilir ?
- - Ben bir bibliyoman idim Murat Bey.
- Bibliyoman?!...
- Evet, Türkçesi kitap hastası, kitapsever.
Murat'ın yüzündeki endişe yerini rahat bir ifadeye terk eder.
- Ne var bunda? Keşke yurdumuzun insanları, herkes, sizin gibi kitapsever olsa.
- Yoo... O kadar kolay değil. Basit değil... Bakın ben size anlatayım. Bu bir hastalık. Üstelik alanındaki benzerlerine nazaran en hafifi.
- Başka türleri de mi var?
- Ohoo. Çok var, çok... Şimdi size kısaca tarif edeyim. Kitapçalarlar vardır. Bunlar normal yollardan kitap sahibi olmak istemez. İlla ki çalacak, ancak o zaman tatmin olur.
-Yok, ya!..
- Evet öyle... Kitap delileri vardır mesela. Bunlarda kitap toplama arzusu durdurak bilmez. Kitabı okumak için almazlar, seyretmek, üzerinde yatıp uyumak, okşamak için edinirler. Bazıları da kitapgizlerdir. Kitabı kilit altında tutar, kimseye göstermez, kıskanırlar. Kitap düşmanları vardır kitaptan tiksinir, nefret eder, elini bile süremez. Sonra kitap yakanlar, kitap yırtanlar, kitapperestler.
- Vay be!.. Ama bunlar çok afedersiniz, yani bir tür manyak oluyor değil mi?
- Elbette.. Nasılsa içlerinde ben de varım.
- Sizinkisi hangi sınıfa giriyordu?
- Benimki en zararsızı. Kitapsever, tutkun. Kitapları seçip alırlar ama kafalarına koydukları kitaba sahip olmak için her fedakarlığa katlanırlar. Sahip oldukları kitaplardan başkalarına övgüyle bahsetmekten hoşlanırlar. - Ahşap evin her yanı, her çivisi, çatırdıyor. Oya'nın başındaki yazma uçmuş; o kırık cam parçaları üzerinde salonu dört dönüyor. Her dönüşte pencerenin önünde durup kuduran denize bakıyor.
Kimseler yok.
Ayakları kan içinde.
Kan.
O zaman. Bu rüya batıl oldu.
Uyan Oya, uyan. - "içinde olması gereken bir şeyin kaybından hangi mağaraların ücrasına saklandığımı, oradan çıkmamak üzre kendime davalar aradığımı anlıyorum. her şeyi tamamlayacak olan o şey. ancak onunla varolabilirim.
irmak bir başlangıç.
bir düş.
ama bir yol ve yoldaş. ne tabiat parçası, ne çiftlik hayali. ne kaçıp gitmek, ne ekip biçmek. sefer de içimde, tahammül de." - İnsanoğlu'nun bir yerde, bir işte yalnız olmadığını anlaması ne kadar güzel bir şey.
- Can veren bir hasmın başucunda o günleri, hep benim aleyhime işleyen işleri hatırlamaktan sıkılıyorum. Sanki Azrail ile bir olup: "Hadi bağırsana şimdi, küfretsene, tehdit etsene" der gibiyim. İçimin bir yanında Muhtar'a karşı yıllarca biriken husumetin kara tortusu; öte yanında artık dünyasını terketmekte olan şu zavallı gövdeye duyduğum merhamet.
Muhtar'ı kâh cehennemin leylim çukurlarına yuvarlıyor, kâh gözyaşları içinde affediyorum. Dilimle ne kadar "Affettim, hakkımı helâl ettim" desem de içimde yine yatışmayan, hakkından vazgeçmeyip intikam isteyen bir taraf var.