- ABD vizesini alabilmek için insanı küçük düşüren bir yığın formaliteye boyun eğmeniz gerekiyordu. Neredeyse yüz soru içeren bir liste vardı ki, onu görünce iyice tepem atmıştı. Komünizmle ilişkiniz olup olmadığı araştırılıyordu o saçma sapan sorularda. Gereğinde hakkınızda polis soruşturması yapabilmek için, on iki yaşından beri oturduğunuz her yerin adresi isteniyordu. ?Teyzenizin ya da halanızın eşi komünist miydi? Türünden gülünç sorularla, nikah yoluyla bile olsa, ailenizde komünist olup olmadığı öğrenilmek isteniyordu. Bu soruya ?gerçi ailemde komünist yok ama ben kendim öyleyim? diye bir yanıt yazmayı düşündüm. Ama 141-142 inci maddeler henüz yürürlükte olduklarından, bunu yapamadım; Fulbright bursundan dakikasında vazgeçtim.
- American Information Office?ten, İngilizce konuşan bir erkek bana telefon etti. Bir aylığına ABD?de gezmeye davet ediyorlardı beni. Önce terbiyeli davrandım; ?kusura bakmayın efendim; şu sırada vaktim yok? dedim. Adam, ?gezi tarihini siz kararlaştırırsınız, istediğiniz zaman gelirsiniz, istediğiniz yerlere gidersiniz? dedi. ?Peki bu geziyi kim finanse ediyor?? diye sorunca ?Amerikan hükümeti? demez mi! Bunun üzerine kesin bir ?hayır? dedim. Bunun nedenlerini de açıkladım: Oraya ancak bir Amerikan üniversitesi ders vermek üzere beni davet ederse, ya da kendi üniversitemin sağladığı parayla, ya da kendi kişisel paramla gidebilirdim. Amerikan hükümeti gibi davranışlarını ve güttüğü siyasal amaçları hiç doğru bulmadığım bir hükümetin parasından yararlanmayı aklımın kenarından bile geçirmem.
- Amerikalı yetkili: ?Ama siz kadar solcu birçok kişi bu daveti kabul etti? dedi. Bende terbiyemi biraz bozarak, ?İyi etmişler; ne de olsa domuzdan kıl koparmak hayırlı bir iştir. Ama ben, Türkiye İşçi Partisi?nin bir üyesi olarak, domuzdan kıl koparmayı bile doğru bulmuyorum? diyerek, telefonu gene kapadım.
- Meksika nüfusunun yüzde atmışı melez, yüze otuzu Kızılderili kökenli ve sadece yüzde onu İspanyolmuş. Ama bana öyle geldi ki, bütün az gelişmiş ülkelerde olduğu gibi, iktidar ve para bu yüzde onluk azınlığın elindeydi. Melezler bir çeşit orta sınıf sayılabilirdi belki. Ama asıl ezilenler, ülkeye İspanyol işgalinden önce sahip olan yerli kızılderililerdi.
- Mexico City?de kamu binaları, belediyeler, milli saraylar da birer müze sayılabilir aslında. Çünkü adını asla unutamayacağım aydınlık kafalı Jose Vasconcelos, 1920?li yıllarda kültür bakanlığı sırasında, devletin denetimindeki binaların duvarlarını devrimci sanatçılara açmış, ?Hodri meydan! Buralara canınızın istediği gibi resim yapın!? demişti. Meksika?nın hem sömürge olarak geçmişini hem de yüzyıllar boyunca sömürüden kurtulmak için verdiği savaşımı anlatan büyük freskler yapmışlardı duvarlara.
- Sabahın köründe uçağa tam binmeden önce, bir kız, herkese sorduğu abuk sabuk soruları bana da sordu: ABD hükümetini yıkmaya niyetim var mıymış? Çantamda tehlikeli silahlar var mıymış? Filan, falan. ?ABD hükümetini fena halde yıkmaya niyetim var. Ama ne çare ki, buna gücüm yetmez? dedim. Kahkahalar atarak, çantamın da kalaşnikoflar ve bombalarla dolu olduğunu bildirdim. Anlaşılan bu kızcağız gülmece duygusundan tümüyle yoksunmuş. Kaşlarını çattı: ?Efendim, bu bir formalite. Ama size sormak zorundayım. Bu benim görevim. Zaten uçağa binerken de inerken de dedektörden geçeceksiniz dedi.
- Yanlış meslek seçenlerin ne kadar acı çektiklerini ben de bildiğim için, Orhan?ı örnek göstermek isterim böylelerine. Karşılarında koca bir ömür varken, beş yıl, hatta on yıl yitirdim diye yılmasınlar, asıl sevdikleri işi cesaretle yapsınlar.
- San Fransisco?da ve herhalde ABD?nin başka büyük kentlerinde, kimilerine garip gelecek ama benim çok akla yakın bulduğum bir gelenek vardı: orada ihtiyarlar genellikle çoluğunun çocuğunun ailesiyle birlikte oturamadıkları ve tek başına yaşamaları onlara güç geldiği için, yeterince parası olanlar bir huzur evine yerleşeceğine, bir otele yerleşiyorlar. Bir bakıcı tutmak zorunda kalmadan, orada yiyor içiyorlar, orada yatıyorlar, her işleri orada görülüyor. Hasta olunca da, otel idaresi, ailelerine ya da istedikleri hastaneye gönderiyor. Huzurevinde, hep aynı ihtiyarlarla baş başa kalmak sıkıntısını çekmeden, otelden gelip geçen değişik kişilerle tanışıp konuşuyorlar, dış dünyayla ilişkileri kopmuyor, yaşamları biraz renkleniyor böylece.
- Yıllarca önce bizim boğaz köprüsü ilk yapıldığında, iki yanındaki yaya yollarında yürümeye hakkınız vardı. Kulenin içindeki asansörle çıkıp, her ne kadar güzel de olsa, San Fransisco?dan kat kat daha güzel bulduğum İstanbul?a bakarak, o yolda yürümüş, on beş-yirmi dakikada Asya?dan Avrupa?ya geçmiştim. Daha sonraları, her nedense, köprümüzün kenarında yürümek yasak edildi. Şimdi ancak kendini öldürmeye niyetlenenler, bariyeri aşıp yola geçiyorlar.
- Bir dinozor öyle bir yaşa geldi ki artık, bunca genç, bunca çocuk ölürken daha fazla yaşamak biraz ayıp gelmeye başladı ona. İsteği çevresine ve kendisine bir baş belâsı haline gelmeden, bu dünyadan göçüp gitmek. Kalanlara sonsuz sevgiler. (Öldü: Allah rahmet etsin)