- Çağımıza uymak zorundayız palavrasına da hiç mi hiç inanmıyorum. Eğer yaşadığım çağın en yüce ideali köşeyi dönmekse; eğer yaşadığım çağ toplumsal adaletsizlik üstüne kuruluysa; eğer yaşadığım çağ inandığım her şeyi yadsıyorsa; eğer yaşadığım çağa bayağılık ve çirkinlik egemense, ben böyle bir çağa neden ayak uydurmak zorunda kalayım? Tam tersine, başkaldırırım, direnirim böyle bir çağa karşı. Bu yüzden dinozorlukla suçlanmamda vız gelir bana.
Yirmi yaşındaydım. Yirmi yaşındakiler kendilerini pek beğenirler. Ben de kendimi bir şey sanıyordum. Sonra günün birinde trenle Anadolu' dan geçerken, lokomotif bir ara durakladı. Ve bir kulübenin önünde kendi yaşımda bir kız gördüm. Kız, bir çeşit gururla başına kaldırmış, kayıtsız gözlerle trene bakıyordu. Nerdeyse göz göze gelir gibi olduk bir saniye. İşte o sırada sanki bir şimşek çaktı kafamda. "Ben, o kulübenin önündeki kız olabilirdim; o kız da trende, benim şimdi durduğum yerde durabilirdi" diye düşündüm. Benim ben olmam, yabancı diller bilmem, üniversite okumum, kültürlü sayılmam, kendi marifetim değil, bir rastlantının sonucuydu sadece. O talihsizdi, ben talihliydim, işte o kadar. Kendimi bir şey sanan ben, toplumsal ve ekonomik düzenin korkunç haksızlığının bir ürünüydüm sadece: Büyük bir kentte, çok aydın bir çevrede büyümüştüm, en iyi okullarda okutulmuştum; gümüş tepsilerde bana kültür sunulmuşu sanki. Ama o kulübenin önündeki köylü kızı olsaydım, etrafımı saran yoksulluğun demir çemberini kıramayacaktım; kültürlü bir çevreden, iyi bir eğitimden yararlanamayacaktım. Dolayısıyla ben "ben" olmayacaktım. O köylü kızı, benden çok daha akıllı, çok daha yetenekliydi belki de. Ama o kulübenin önünde kalmaya mahkumdu ömrü boyunca. - Gencecik insanlar ölüp giderken, bu kadar uzun yaşamanın bedelini ödemek zorundasınız elbette. Gençliğin sorunlarından ve bu sorunların getirdiği acılardan kurtulduklarına şükretsinler. " Oh, ne güzel! Bende ihtiyarladım, sonunda rahata kavuştum!" diyebilsinler. Ama ihtiyarlığı kabul ederken, yirmi yaşlarının umutlarını, coşkularını, duyarlılıklarını, yani tüm olumlu yanlarını elden bırakmamaya gayret etsinler. Bir insanın bedeni artık hop hop zıplayamazken, beyninin hala hop hop zıplayabileceğini unutmasınlar.
İhtiyarlığın bundan çok daha büyük bir nimeti cinselliği devreden çıkarmaktır.
Doksan yaşına varan Sofokles' e kadınlar, aşk, bedensel hazlar filan bittiği için üzülüp üzülmediğini sormuşlar. "Ne üzülmesi" demiş Sofokles. "Zalim bir efendinin elinden kurtulup sonunda özgürlüğüne kavuşan bir köle kadar mutlu hissediyorum kendimi." Cinsellikten kurtulmak gerçekten mutluluk ve huzur verebilir insana. Sofokles' in zalim efendisinden kurtulmanız için, belirli bir yaşa varmanız ve cinselliğinizi, sevinçleri ve acılarıyla doyasıya yaşamış olmanız gerekir. Cinsellikleri vaktinde yaşamadıkları için, beyaz atıyla gelecek yakışıklı prensi yetmişinde hala bekleyen nice kadınlar; seksenindeyken gencecik kızlara ölesiye aşık olan nice erkekler tanırım. Gençler aşk yapar, yaşlılar müstehcen hareketler yapar. - Felaketlerin en büyüğüne uğrayan, yani sevdiği birinin ölümünü gören insanın karşısında iki seçenek vardır: Ya kendisi de hemen ölecek ya da felakete katlanıp yaşamaya karar verecektir.
- (...) Nazi Almanyası'ndan kaçıp bize sığınan yabancı profesörler sayesinde İstanbul Üniversitesi en parlak dönemini yaşarken, bir edebiyat öğrencisi olarak Leo Spitzer'lerden, Eric Auerbach'lardan yararlanmak fırsatı elime geçmişken, ne idüğü belirsiz bir Amerikan üniversitesinde ne işim var diye düşündüm.
- Meksika gibi bir ülkeyi sekiz günde görmenin yolu var mıydı? Değil sekiz gün, en azından sekiz ay gerekir Meksika'yı gördüm diyebilmek için.
- "Urgan da ne demek?" diye sorulduğunda, Anadolu'da ip anlamına geldiğini açıkladı ve kahkahalar atarak "solculuğundan ötürü günün birinde nasıl olsa asılacağın için, bu soyadı sana ayrıca uygun" diye ekledi.
- "kedilere tutkuyla bağlananlar, öteki insanlardan bambaşka bir soydandır bana kalırsa. bu soy, gerçekten soylu bir soydur. belirli bir kültür düzeyi ve duyarlılık şarttır kedileri tutkuyla sevebilmek için. bu soydan olanlar genellikle kültürlü, ince, sanat meraklısı insanlardır. kaba saba bir hödüğün kedi sevmesinin yolu yoktur"
- "Gençlik yanılgılarıdır, olur böyle şeyler" diyerek hoş görebileceğimiz yaşı çoktan geçmiş, neredeyse kırkına gelmiş bir adam, hala ırkçıysa, hala faşistse; liberal ekonomiyi sömürüp, dalavereyle muazzam servetler yığıyorsa; her gün yalan söylemeyi hak sayıyor ve her gün ağız değiştiriyorsa; hala köktendinci bir yobazsa; kadınlara toplumda yer vermeye yanaşmıyorsa; 1400 yıl önceki yaşam biçimini özlüyorsa; kendi dininden ve soyundan olmayanları kıtır kıtır kesmeye hazırsa; asıl amacı demokrasiden işine geldiği kadar yararlanıp, sonra demokrasiyi ortadan kaldırmaksa; bizler demokrasi adına böyle bir adama neden hoşgörü gösterelim?"
- Yurtseverlikle milliyetçilik kavramları birbirine karışır genellikle. Oysa bu ikisi arasında dünyalar kadar fark vardır. Yurtsever, doğduğu büyüdüğü topraklan sever; kendi milletinin insanlarına yakınlık duyar. Oysa milliyetçi, kendi memleketini yeryüzünün en üstün ülkesi, bu ülkenin insanlarını dünyanın en üstün soyu sayar. Hattâ örneğin, Almanya gibi başka ülkelere baskı yapıp, onları egemenliği altına almak ister; böylece faşizme yönelir. İşte bu yüzden de benim gibi enternasyonalizme inanan bir solcunun yurtsever olması çok doğaldır da, milliyetçi olmasının yolu yoktur.
- Başka bir utanç günüm, Kasım 1982'de Cuntanın faşist anayasasının neredeyse bütün memleket tarafından kabul edildiği gündü. Bütün Türkler adına utanç duydum. Birden fena öfkelendim. Bunca yıllık öğretmenliğimin verdiği bütün otoriteden yararlanarak, "arkadaşlar, şimdi size bir şey soracağım" dedim ve aylık gelirlerinin kaç lira olduğunu sordum. Bizim halk, her nedense, otorite karşısında siner her zaman. Hiç kimse "hanım, sana ne benim kaç para kazandığım?" demedi. Uslu çocuklar gibi yanıtladılar sorumu.