- Daha önce de söylediğim gibi yirmi yaşımdan beri solcuyum ve seksenimi geçtiğim halde, solculuğum hiç azalmadı, tam tersine büsbütün arttı. Çünkü bun son yarım yüzyılda memleketimde ayyuka çıkan para hırsını, para uğruna yapılan yolsuzlukları, hırsızlıkları, çeşit çeşit kepazelikleri gördüm.
- 1950 de, Nazım?ı hapisten ve açlık grevinden kurtarma kampanyası başladı. Bu amaçla düzenlenen Laleli?deki Çiçek Palas toplantısına katılanlar, tutuklanıp mahkemeye çıkarıldı. Bunlardan biri de şairin yıllarca yattığı Bursa Cezaevinin müdürü Tahsin Bey?in kızı, arkadaşım Şehnaz Akıncı?ydı. Yargıç ona neden bu toplantıya gittiğini sorunca, Şehnaz; ?Nazım Hikmet yurtsever bir şair de ondan? dedi. Yargıç sanıkla alay edercesine, ?kızım, bunu da nereden çıkardın acaba?? diye sordu. Bunun üzerine Şehnaz, yirmi yaşının çın, çın çınlayan sesiyle ?Memleketim? şiirini başından sonuna kadar ezbere okudu. İlk kez duydukları bu şiir, mahkeme heyetini de dinleyicileri de derin bir sessizliğe gömdü. Şiirin güzelliği bir yana, komünist Nazım Hikmet?in gerçekten yurtsever olduğu kafalarına dank etmişti herhalde.
- İkinci dünya savaşı yıllarında, Fransız ve Katolik gençler, Nazilerin Yahudi düşmanlığını protesto etmek amacıyla, ?hepimiz Alman Yahudisiyiz!? diye bağırdıkları gibi, tam bir Don Kişot?luk içinde, mahkemede, ?mademki herkese komünistmiş diye eziyet ediliyor, bende komünistim öyleyse? demesini bekliyordum belki de.
- Hiç tanımadığım genç birinin ölümünü duyunca, kendim hala yaşadığım için, hem bir suçluluk duygusuna kapılır, hem de çok üzülürüm. Ortada korkunç bir haksızlık vardır çünkü. Yaşayabileceklerini yaşayamadan, yapabileceklerini yapamadan, dünyadan göçüp gitmiştir o insan. İşte bu haksızlığa karşı duyduğum isyan yüzünden, çok küçükken tanrı tanımaz oldum.
- Sait?in eşcinsel eğilimleri olduğu rivayet edilirdi. Öykülerinden de anlaşılacağı gibi, Sait Faik?in bir eşcinsel yanı geçekten de vardı. Ama bana kalırsa, biseksüel olan Sait?in eşcinsel dürtüleri, uygulanmaya pek konulmayan, yani platonik kalan bir duygu, çok yoğun bir duyguydu ancak. Senin aşık olduğun kadına o da tutulduğu için, bir erkeğe nasıl düşman kesilirsin, nasıl kıskançlığa kapılırsın? diyordu. ?Seninle aynı duyguları paylaşan adam, sana en yakın insandır, senin can kardeşindir diyordu.
- İçeriye bir ihtiyar girdi. Hem meteliksiz olduğu, hem de kılık kıyafetine metelik vermediği, her halinden belliydi. Sırtında eski bir mintan, bunun üstünde bir çeşit hırka; başına şimdikini dincilerinkine hiç benzemeyen acayip bir takke geçirmişti. Elinde, kılıfa geçirilmiş sopaya benzeyen bir şey tutuyordu. 1879?da Bodrum?da doğduğunu; daha çocukken ?limon almaya bakkala gidiyorum? diyerek evden çıktığını; oralara bir daha hiç geri dönmediğini daha sonraları öğrendim.
- Abidin Dino?nun çok şaşırtıcı olmasının ikinci nedeni, hiç öğrenim görmediği, ortaokul diploması bile almadığı halde, tanıdığım en bilgili insanlardan biri olmasıydı. Üç dört yabancı dil konuşurdu. Fransızcası, en iyi eğitilmiş bir Fransız aydının ayarındaydı. Bilgisi, sadece sanat ve edebiyat alanlarının sınırları içinde kalmazdı. Tarih bilirdi, hatta ekonomi bilirdi.
- Vakıf kurulduğu zaman bizim sol enteller dudak büktüler. ?Ne yani?? dediler. ?Birkaç kimsesiz çocuğu eğitecek de, memleket mi kurtaracak? Oysa Aziz Nesin?in böyle bir iddiası yoktu. O sırada bana söylediği gibi, tek amacı, küçükken kendi çektiği sıkıntıları, yirmi otuz çocuğun çekmemesiydi. Bu korkunç sıkıntıların ne olduğunu merak edenler, Aziz Nesin?in yazdığı yüzden fazla kitabın en ilginçlerinden biri olan ve hiç güldürücü yanı bulunmayan Böyle Gelmiş Böyle Gitmez adlı öz yaşam öyküsünün birinci cildine bakabilirler. Ömrümde tanıdığım çalışan insanların en çalışkanıydı. Yıllarını, yazarlığa onurlandırdığı memleketinin çeşitli hapishanelerinde geçirmişti. Nedenini öğrenemeden tutuklandığı, onu ne gibi bir akıbetin beklediğini bilmeden bir hücreye kapatıldığı zaman bile, bir defterle bir kalem bulur, hemen yazmaya başlardı. Öteki vakıf kurucuları gibi miras yiyerek ya da ticaret yaparak değil, salt yazı yazarak kazandığı serveti kimsesiz çocukları eğitmek uğruna harcadığı gibi, sağlığını da siyasal inançlarını savunmak uğruna harcadı.
- Yahya Kemal usta bir şair, ama küçük bir insandı. Falih Rıfkı, ?Mustafa Kemal?in ayaklarına kapanıp yalvaran bir tek kişi gördüm hayatımda. O da Yahya Kemal?di. Resmen ayaklarını öpüyordu? demişti. Yakup Kadri, ona benim gibi asalak demez; ancak ?şahane bir tembeldi? demekle yetinir. Ya dostlarının ya da devletin asalağıydı. Cumhuriyet Halk Partisi?nin Sanat Müşaviri, Yapı Kredi Bankası'nın Estetik Müşaviri adı altında, ona işler uydururlardı, yani hiç çalışmadan para kazanmak olanakları sağlanırdı.
- Yahya kemal kendisinden başka hiç kimseyi düşünmeyen, tamamıyla bencil, kaskatı bir adamdı. Nazım Hikmet?in annesi ressam Celile hanımla uzun süren fırtınalı bir aşk yaşamıştı. Annem bir gün ona, ?ne yazık bir birinizi bir türlü sevemediniz? demiş. Yahya Kemal?de ?hayır birbirimizi çok sevdik; ama aynı zamanda değil? diye yanıt vermiş. Ne var ki şiirsel bir laftan başka bir şey değildi bu: Celile Hanım onunla evlenebilmek için eşinden ayrılmıştı. Gelgelelim Yakup Kadri?nin dediği gibi, Yahya Kemal tam bir ?küçük burjuva? gibi davranmış; aşkı uğruna kurulu düzeni hiçe sayan bu sanatçı kadınla birleşmeyi göze alamamıştı. Yakup Kadri?ye şöyle demişti: ?Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne der? Ne gözle bakar.? Gene Yakup Kadri?nin açıkladığı gibi, o sırada darülfünûn? da müderristi. Çıkarları aşkından çok daha önemli olduğundan, saygınlığını sarsacak bir duruma düşmek korkusuna kapılmıştı. Yıllar sonra gözleri artık görmeyen yaşlı Celile hanım, açlık grevine başlayan oğlu Nazım Hikmet için, Galata Köprüsü?nde imza toplarken bir rastlantı sonucu oradan geçen Yahya Kemal eski sevgilisini görmüş. Nazım Hikmet?in kurtulması için imza vermekten ödü koptuğu için, hemen sıvışmıştı oradan.