- İnsanlar boşluğu hiçlik sanırlar, oysa öyle değildir. Boşluk uyumsuz bir doluluktur, ruhun keşfe çıktığı kalabalık bir hayaletler dünyası.
- Uygar olmak korkunç bir şey çünkü dünyanın sonuna geldiğinde yalnızlığın dehşetini hafifletecek hiçbir şey bulamıyorsun. Uygar olmak karmaşık gereksinimlere sahip olmak demek.
- Sıradan insanlar pratik meseleleri genellikle daha çabuk kavrarlar, egoları kendilerinden beklenenle uyumludur ve dünya olduğunu sandıklarından pek farklı değildir. Fakat dünyaya hiç ayak uyduramayan biri ya muazzam bir ego şişkinliğinden mustariptir ya da egosunu neredeyse yok edecek kadar bastırmıştır.
- Eylemlerin düşüncelerinin hasatıdır.
- Umutsuz bir aşk çökmüşse gönlüne sabahım üçünde,özellikle onun orada,yerinde olmadığı kuşkuşuna kapıldığında telefon etmeyi gururuna yediremiyorsan,ister istemez içe dönüp kendinle baş başa kalırsın;o anda akrep gibi sokarsın kendini ya da hiçbir zaman postalamayacağın mektuplar yazarsın ona,ya da odanda ileri geri volta atarsın,hem küfür hem dua edersin,sarhoş olursun ya da kendini öldürecekmiş gibi davranırsın.. Bu gidişat bir süre sonra tatsızlaşır,bıktırır insanı.. Yaratıcı biriysen -ama unutma,o anda boktan bir durumdasın-acılı anılardan ortaya elle tutulur bir şeyler çıkarabilir miyim diye sorarsın kendi kendine.. Ve işte bir gece saat üç sularında başıma gelen tam buydu Birden karar vermiştim çektiğim acıyı tuvale dökecektim O günlerde sıkı bir teşhirci olduğumu ancak şimdi, bu satırları yazarken anlıyorum.
- Bir kez ruhunu teslim ettin mi her şey mutlak bir kesinlikle gelişir, kaosun ortasında bile. Başlangıçtan itibaren her şey kaostan ibaretti; beni saran, içinde solungaçlarımla nefes aldığım bir sıvı. Ayın hiç batmaksızın donuk donuk parladığı alt katmanda her şey pürüzsüz ve verimliydi; yukarıdaysa gürültü ve ahenksizlik hâkimdi. Her şeyden hemen karşıtını görüyordum, çelişkiyi; gerçekle gerçekdışının arasında da ironiyi, paradoksu. Kendi kendimin baş düşmanıydım. Yapmak istediğim, ama yapmasam olmaz dediğim hiçbir şey yoktu. Çocukken bile, hiçbir eksiğim olmamasına rağmen ölmek isterdim: Vazgeçmek isterdim çünkü çabalamak bana bir şey ifade etmezdi. Talep etmediğim bir yaşamı sürdürmekle hiçbir şeyin kanıtlanmayacağını, doğrulanmayacağını, artmayacağını ya da eksilmeyeceğini hissediyordum. Etrafımdaki herkes ya başarısız ya da gülünç. Özellikle de başarılı olanlar. Başarılı olanlar içimi sıkıyorlardı. Aşırı anlayışlıyımdır, ne var ki duygudaşlık değildi beni bu denli anlayışlı kılan. Bütünüyle olumsuz bir nitelikti bu, insanlık sefaletiyle karşılaştığım anda içimde çiçeklenen bir zaaf. Birine yardım ederken ona bir yararım olacağını düşünmez, başka türlü davranmaktan aciz olduğum için yardım ederdim. Gidişatı değiştirmeye çalışmayı beyhude buluyordum; kalben değişmedikçe hiçbir şeyin değişmeyeceği kanısındaydım ve insanların kalplerinde yatanları kim değiştirebilirdi? Arada arkadaşlarımdan biri kendini dine verir, bu da beni kusturmaya yeterdi. Tanrı'nın bana ne kadar ihtiyacı varsa benim de O'na o kadar ihtiyacım vardı. Gerçekten bir Tanrı varsa, soğukkanlılıkla karşısına dikilip yüzüne tükürürüm diyorum sık sık kendime. Asıl rahatsız edici olan, ilk görüşte genellikle iyi, sevecen, vefalı ve güvenilir biri sanmalarıydı beni. Bu erdemlere sahiptim belki de, ama öyle olsa bile kayıtsızlığıma borçluydum; iyi, sevecen, vefalı, güvenilir falan olmayı göze alabiliyordum çünkü kıskançlık duygusundan eser yoktu içimde. Asla tecrübe etmediğim bir duygu varsa o da kıskançlıktı. Hayatımda hiç kimseyi ya da hiçbir şeyi kıskanmadım. Aksine, herkese ve her şeye acıdım sadece.
- Yemekten sonra bulaşıkları hiç zaman yitirmeden yıkanır ve dolaba yerleştirilir, gazeteler okunduktan sonra düzgünce katlanır ve rafa konurdu; giysiler yıkandıktan sonra ütülenir, katlanır ve çekmecelere yerleştirilirdi. Her şey yarın içindi, fakat yarın asla gelmezdi. Şimdiki zaman bir köprüden ibaretti ve onlar hâlâ o köprünün üstünde sızlanıp durmaktalar, bütün dünyanın sızlanıp durduğu gibi ve tek bir budala bile çıkıp da köprüyü havaya uçurmayı düşünmüyor.
- Genellikle maceraperest biri olduğum sanılır; gerçekle hiçbir alakası yok bunun. Benim maceralarım her zaman rastlantısal, dışarıdan dayatılmış şeylerdi; girişilmiş olmaktan çok katlanılmış şeyler.
- Uyanıkken düş kurmayı öğrenmemiştim henüz. Benim zihnim her zaman açıktı, anın içinde, uyumlu. Dedemin gündüz düşlerine dalışı beni büyülerdi. Yaptığı işle ilgili olmadığını bilirdim o anlarda, hiçbirimizi düşünmezdi; yalnızdı ve yalnızlığında özgürdü. Ben asla yalnız olamadım, özellikle de tek başımayken. Hep bana eşlik eden biri vardı sanki yanımda.
- İnsan elinin ve beyninin yarattığı dünyayla bağlantımı koparmıştım bir şekilde. Dedem haklıydı belki, henüz filizlenirken okuduğum kitaplar beni mahvetmişti. Fakat neredeyse yıllardır hiç kitap okumamıştım, gerçi izleri oradaydı. Kitap yerine insan okuyorum şimdi. Onları baştan sona okuyup fırlatıyorum. Yutuyorum onları, teker teker. Ve okudukça doyumsuzlaşıyorum. Sonu yok. İçimde çocukken kopardığım hayatın akışıyla tekrar birleşmemi sağlayacak bir köprü olmadıkça sonu gelmeyecek.