- Kendimizi olduğumuz gibi kabul edinceye dek bizi tutsak edecek kahramanlar. Süpermenler ve tanrılar yaratmaya devam edeceğiz. Özgür toplumda kahramanlara yer yoktur. Özgür insanların kahramanları olmaz. (Sf. 80)
- Totaliter yönetim için, çocuğun zihnini bir kahraman aracılığıyla "ele geçirmek" ya da "rehin almak" son derece önemlidir. Çocuk, belirli bir değerler sistemini ve ideolojiyi, kahramanlar aracılığıyla sorgusuz sualsiz kabullenir, kendine mal eder. Yetişkinler olarak da, çoğunlukla çocukluğumuzdaki bağlılıklarımızı sürdürürüz. (Sf. 84)
- Korkuyoruz, itaat ediyoruz ve ayakta kalıyoruz. (sf. 81)
- Bireysel olarak yaşarız, oysa kolektif olarak ancak varlığımızı sürdürürüz. (Sf. 80)
- Sorun, aslında olmadığımız gibi olmaya çalışmaktan ileri geliyor. Sorunun kaynağını, totaliter standartlara uymamız, düzence benimsenmiş cinsel kimlik üniformasını giymemiz yolunda bizden beklenen sözde uyum çabası oluşturuyor. Kurulu düzeni memnun etme çabası yani. Böylece kendi kendimize yabancılaşıyoruz. Uyum sağlamaya çalıştığımız oranda, kendimiz de totaliter olup çıkıyoruz. Bu uyum sağlama sürecinin sonunda biz de başkalarının uyum sağlamasını talep etmeye başlıyoruz. Uyum sağlama sürecine, giderek artan korkular ve çifte standartlar eslik ediyor. Bizi kâh ödüllendiren kâh da cezalandıranları memnun etme kaygısıyla onların beklentilerine karsılık vermeye çabalıyoruz. Kendi sesimiz, bu uyum sağlama sürecine rağmen, zayıf da olsa hâlâ kendini duyurabiliyorsa, o zaman da çifte standartlar geliştiriyoruz. Olmak istediğimizle, kendimizi nasıl gösterdiğimiz arasında bir çelişki oluşuyor. Bu bağlamda, kurulu düzenin temsilcileri ikili bir rol oynar: Sevilirler, örnek olurlar, ama aynı zamanda korku uyandırırlar. Cinsel kimliğimize dayanarak biz de insanları yargılar, cezalandırır ve dışlarız. (Sf. 102)
- Cinsel kimlikle ilgili özgürlük ve kurtuluş, hiçbir kimlik, model ve imaja uymamakla mümkün olabilir ancak. "Model" İçimizdedir ve ne kadar insan varsa o kadar da model, hatta her birimizin bin bir çeşit modeli vardır. (Sf. 109)
- Bireyin toplumsallaştırılma süreci, özgürlüğün kuruyup gitmesiyle eş anlamlıdır. Toplum ve toplum yapısı, bireyin yaptığı seçimler sayesinde doğrulanır. Daha çocukluktan başlayarak, bireyin gelişimi kesintisiz bir seçme zorunluluğuna bağlanır. Bireyden seçim yapması istenir; seçmek suretiyle de birey tutsak olur ve özgürlüğünü yitirir.
Aralarında seçim yapılması olanaksız şeyleri seçmeye zorlanarak özgürlüğümüzü yitirmeye başlarız. Bölünemeyen ya da birbirinden ayrılamayan şeyler arasında tercih yapmaya zorlanırız.
Bir çocuğun karşılaştığı en radikal zorunlu seçimlerden biri de sevgiye ilişkindir. Sevgi ne sayıya gelir, ne karşılıklı bir dışlamaya tabi tutulabilir, insan "su kadar" ya da "bu kadar" sevemez. Ne de "şunu" sevmek, "bunu" sevmeyi dışarıda bırakır. Sevgi konusunda seçim yapmaya zorlanmanın ve bunu nicelleştirmenin totalitarizmi, sevgiyi hiyerarşik bir güç ilişkisinin bağlamı içine sokar. Bu durumda sevgi, her şeyi kucaklayan bir duygu olmaktan çıkar. Artık diğerkâm bir duygu değildir o.
Ana babalar genellikle, çocuğu totaliter bir seçimle karsı karsıya bırakan ilk kişilerdir. Bazen birlikte, bazen de bir birlerinden gizli olarak çocuğa sorarlar: "Anneyi mi daha çok seviyorsun, babayı mı?" Sormadıkları zaman da, çocuğun davranışlarından küçük ipuçları elde etmeye çalışırlar: "En çok kimi seviyorsun?" sorusu da yavrular tarafından benimsenir ve genelleştirilir. Çocuk da zihnen bu hiyerarşik yapıyı benimser ve anası ile babasının, kardeşlerinden hangisini daha çok sevdiğini düşünmeye baslar. Ana babaların çocuklarına sormaktan çok hoşlandığı bir başka soru da, "Beni ne kadar seviyorsun?" ya da "Göster bakalım beni ne kadar seviyorsun?"dur. Böylece, daha en küçük yaslarında birey, sevginin bölünmesi ve metalaştırılmasıyla tanışmış olur. Sevgiyi vermek ya da esirgemek suretiyle, başkalarının, özellikle yakınlarımızın davranışlarını denetleyebileceğimizi de çabucak "keşfederiz". Hatta, sevginin esirgenmesi, çocuğu disipline sokmak için çoğunlukla öğütlenen psikolojik bir yöntemdir. Böylece, sevgi bir denetim aracı haline gelir. "Sevgi seçimi" totalitarizmin "ilk günahı" gibidir. Oradan başlayarak seçimler birbirini izler. En iyi arkadaşımızı seçeriz. Sonraki yıllar boyunca daha birçok arkadaş seçer, en iyi arkadaşı bir başka en iyi arkadaşla değiştirmeyi sürdürürüz. (Sf.119-120) - Biz katılsak da katılmasak da, halkın seçimini yaptığını bilmek, egemen düzenin seçim sayesinde var olduğu yolundaki inancımızı güçlendirir. (sf. 130)
- Seçmek suretiyle, BİZ'i, birçok "biz"lere bölüyoruz. Her şeyi kapsayacak anlamda bir sözcük olduğu halde, biz, genellikle dışlama belirtmek için kullanılır. Biz gerçekte "BİZ" anlamına gelmediği zaman biz anlamına geliyor. (Sf. 128)
- Tarih boyunca insanın insana karsı çıkması, bizi özgürlüğe ya da mutluluğa daha çok yaklaştırmış değil. Sadece, sömürünün ve baskının biçimini değiştirdi, o kadar. (sf. 137)