- Öğretmenin vazifesi öğrencideki kabiliyeti ortaya çıkarmak ve onun işlenmesine yardımcı olmaktır. Bunu yapabilmek için öğretmenin kabiliyetli ve yaratıcı olması şarttır. Öğretmen yetiştirilirken belli bilgileri öğrenip aktaracak adamlar yetiştirilmesi hedef alınınca, yaratıcı kabiliyetler büyük ölçüde öldürülüyor demektir. Öğretmen kendinde olmayan bir şeyi başkasına veremez. Eğer o kendi tahsili içinde bilgiyi şahsen araştırıp ortaya çıkarmanın ne demek olduğunu öğrenmemişse, öğrenci karşısında sadece spikerlik hizmeti yapar; nitekim spikerler başkasının hazırladığı metni kalabalığa aktarmaktan başka iş yapmazlar.
- ... milli eğitimin sık sık hükümet politikalarına göre yön değiştirildiğine şahit oluyoruz. Bu kargaşalık içinde Türk tarihinin milli eğitime zararlı olduğunu düşünerek bütün okullardan Türk büyüklerinin resimlerini ve Türk tarihine ait levhaları kaldıran bakanlar bile görülmüştür. Bir ülkede milli eğitimin esasları bir devlet politikası halinde tesbit edilmedikçe, öğretmen karanlık orman içinde yol bulmaya çalışan bir insan olmaktan kurtulamayacaktır.
- Bizim okullarımızda din dersleri, eski iktidar partilerinden birinin demokrasiye geçiş devrinde oy kaybetmemek için aldığı tedbirlerden biri olmak üzere konulmuştu. Ahlak dersleri ise bir siyasi partinin hükümet kurabilmek üzere mecburen kabul ettiği pazarlık şartlarından biri olarak tedrisata girdi. Bu iki vakayı hatırlatmaktan maksadımız, birtakım siyasi grupların samimiyetleri hakkında hüküm vermek değildir; sadece şunu belirtmek istiyoruz ki, Türkiye'de din ve ahlak dersleri demokrasinin gelişmesi ile paralel bir seyir takip etmiş, büyük kitlelerin arzusu olarak iktidarlar tarafından kabul edilmiştir.
- Artık Türkler uzak atalarını İslam büyükleri arasında değil de Asya steplerinin cihangirleri arasında aramaya başladılar.
- İnkılapçılara göre Batı dillerinin aslı zaten Türkçe idi, biz onlardan kelime aldığımız taktirde kendi malımızı almış oluyorduk.
- Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, başbakan ve öbür bakanlar Ankara'yı terk ederek vilayet vilayet okuma-yazma kurslarında öğretmenlik etmişlerdir. Bununla birlikte, Falih Rıfkı Atay'ın anlattığına göre, yeni harflerin kabulünde Maarif Vekili olan Necati Bey bu harfleri ölünceye kadar öğrenememişti.
- Halk kültürü konusunda Ziya Gökalp'ın ve arkadaşlarının da yoğun tesiriyle, Türk aydınlarının bir kısmı halka ait her şeyin milli, buna karşılık seçkinlerin meydana getirdiği kültürün baştanbaşa kozmopolit ve yabancı olduğu kanaatine varmışlardı. Altı telli bağlama Türk, tanbur Bizanslı idi; Aşık Kerem Türk, Şair Baki Araptı; Yunus Türk, Mevlana Acem'di. İnkılapçı aydına göre bizim dünkü toplumumuzda Türk halkı kendi başına yaşarken, onun yanında bulunan üst tabaka apayrı bir hayat yaşıyor, halka düşman veya köle muamelesi yapıyor; kendini ondan ayrı sayıyor ve bütün zevkleriyle ondan ayrılıyordu. İşte bizim şimdi klasik Türk müziği dediğimiz müzik de bu zümrenin Arap ve Acemden aldığı, Arap ve Acemlerin ise Bizans'tan aldıkları yani hiçbir şekilde Türk'e ait olmayan bir müzikti. İşte bu müzik Ziya Gökalp'ın tabiriyle "Bizim kültürümüze değil medeniyetimize dahil" olduğu için, medeniyet değiştirirken onu bırakıp yeni benimsediğimiz medeniyetin müziğini almak gerekti. Böylece klasik Türk müziği devletin kültür politikası içinden çıkarıldı ve radyolardan, eğitimden kaldırıldı. Onun yerine hem radyoda, hem okullarda, hem de resmi eğlencelerde Batı müziği geldi. Buna rağmen klasik Türk müziğinin özel olarak öğretilmesi ve icra edilmesi yasaklanmadı. Devlet Konservatuarı, Devlet Opera ve Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gibi kuruluşlar vasıtasıyla Batı müziği devlet himayesi ve teşviki ile resmileştirildi. Türk müziğinin kısa bir zaman sonra radyoya tekrar konulması Atatürk'ün şahsi zevki dolayısıyla verdiği bir emirle mümkün olmuştur.
- Milliyetçiliğimiz artık "Yaşasın" ve "Kahrolsun" sloganları etrafında toplanan bir duygu yığını değildir. Bu yüzden yabancı kültürlere sırtımızı çevirmediğimiz gibi, kendi kültürümüzü onlara göstermekten de çekinmiyoruz.
- Taşer Türk gençlerini milliyetçi ideolojinin bayrağı altında toplamaya çıktığı zaman manzara tıpkı Mustafa Kemal Paşa'nın Nutuk başlangıcında anlattığı Türkiye'nin durumuna benziyordu.
- Şimdiye kadar hep önce iman, sonra şüphe yolunu tuttuk; şimdi de şüphe ile başlayarak imanı arayalım.