- Türkiye'nin eskiden İngiltere, Fransa, Rusya gibi
düşmanları vardı; Cumhuriyet devrinde nesillere düşman olarak
tanıtılan millet Yunanlılar olmuştur. Bugün devletin çok yüksek
kademelerinde görev yapan pek çok kimsenin imparatorluk
zamanında ancak en basit mevkilerde hizmet verebilecek çapta
oldukları söylenebilir. - Milliyetçiliğin doğuşu bir
bakıma milli tarihin doğuşu demektir; hazan bu tarih objektif
gerçeklerden çok efsanelerden ve arzulu düşüncelerden (hülya)
ibaret olsa bile, daima aynı fonksiyonu görür : İnsanları millet
denen bir sosyal bütünün parçaları olduklarına inandırmak,
böylece onlar arasında birlik ve dayanışmayı sağlamak. Hiç
şüphesiz, bu tarihler "milli" bir sosyal nizamı meşru ve haklı
göstermek gibi bir gaye de taşıyabilir. Hegel kendi zamanındaki
Prusya devletinin tarihin son merhalesi olduğunu söylüyordu. - Sağlam bir tarih şuuru verebilmek, objektif tarih olaylarıyla
sübjektif tarih anlayışı mümkün olduğu kadar birbirine
yaklaştırmaya çalışmakla başarılabilecek bir iştir. - Kısacası, Türkiye Türklerinin kültürü Asya'dan ve İslam
dünyasından gelen tesirlerle Anadolu ve Rumeli'de teşekkül
etmiş bir kültürdür. Bunlara bir de hudutlarımız dışındaki Batı
dünyasının önceleri çok yavaş ve az, sonraları müthiş bir süratle
ve muazzam miktarda giren kültür unsurlarını katmalıyız . - Tanzimat devrinde Avrupalı
devletlerin baskısıyla devlet bütün teb'asım eşit saymaya
taahhüd ettiği zaman Türk halkı bu tavrı katiyen benimsemedi.
Kıyafet değiştirmelerine karşı menfi tavrın sebebi de budur. İlk
defa Sultan İkinci Mahmud'un Avrupa kıyafetini iktibas etmesi
kendisi hakkında "Gavur Padişah" denmesine yol açmıştır.
Cumhuriyet devrindeki kıyafet inkılabının çok geç ve yavaş
benimsendiğini, hatta mukavemetle karşılaştığını hepimiz
biliyoruz. Ölçü ve tartıların değiştirilmesine , hatta yazı
değişikliğine kimse karşı koymamıştır. Fakat şapka Türk halkını
hıristiyanlarla eşit tutmanın bariz bir alameti sayılmıştır. Üstelik
Türk halkı daha dün bu gavurları mağlup edip memleketinden
kovduğu halde , onlara benzemenin niçin gerektiğini
anlamamıştır. - Türklerde ne ırk, ne sosyal, ne de iktisadi tabakalaşmaya
göre bir ayırım vardı. Katiplikten sadrıazamlığa, şeyhülislamlığa
kadar her makam ve rütbeye gelecek şahıslarda aranan şey,
sadece Müslüman olmak, Türkçe konuşmak ve mesleğinin ehli
olmaktı. - Kültür değerleri esas itibariyle ideal değerlerdir; her
kültür, kendi mensuplarını bu ideallere azami derecede
yaklaştırmaya çalışır. İşte geçmişte Türkler yukarıda söz
ettiğimiz vasıflara büyük ölçüde sahip bulunuyorlardı ve bu
vasıflar onların ayırdedici özellikleri halinde ortaya çıkıyordu.
Bu tabloyu ortaya çıkarmaktan maksadımız eskiden ne kadar,
şimdi ne kadar kötü olduğumuzu söylemek değildir; bu türlü bir
kanaate varmanın bizim için p ek faydası olacağım da
zannetmiyoruz. Türk milletinin yakın tarihe kadar geliştirmiş
olduğu vasıflar onun büyük bir kültür değişmesi içine girerken
ne durumda bulunduğunu göstermek bakımından büyük bir
önem taşımaktadır.
Batı medeniyetine intibak etmeye çalışırken nerelerde
kolaylık gördüğümüzü, nerelerde zorluk çektiğimizi ve
nerelerde hala tökezlemeye devam ettiğimizi anlamak için
yapılacak araştırmalarda bu psikolojik gerçeklerin mutlaka
hesaba katılması gerekir. Türk milliyetçiliğinin başlıca
temalarını anlamak isteyenler de bu temaların kaynaklarını -
büyük ölçüde- milli karakterimizde bulabilirler. - Bugün hristiyanlaştırma faaliyetlerinin istikameti de işte bu yöne doğrulmuştur. Hatta bu kültür aşılamak hareketinin arkasında siyasi gayeler güdüldüğü de -bilhassa iptidai memleketlerde- görülüyor. İhtiyar bir Afrikalının bir İngiliz misyonerine söylediği şu söz çok dikkate değer: "Siz buraya ilk geldiğiniz zaman bizim toprağımız, sizin de mukaddes kitabınız vardı. Şimdi bizim mukaddes kitabımız, sizin toprağınız var..."
- Türkiye'de mevcud kültür ve kıymetler kargaşalığı günden güne mütehassıs ilim adamlarına ihtiyaç gösterirken meselenin bu tarafına önem verilmemiş ve dünyaya daha çok kendi düşüncesi içinden bakan alaylı yazıcıların basit ve sathi görüşleri ortalığı büsbütün karıştırmıştır. Bunlar arasında cehaleti dolayısıyla hata edenler bulunduğu gibi sinsi bir gayretle zihinleri bulandırmak isteyenler de vardır. Tıpkı Müslüman kılığında kendi propagandasını yapan Hristiyan misyonerleri gibi aramızdan bazı gayretli kişiler de uzak yakın hiç bir alakalarının olmadığı meselelerde bizzat bu davanın mensuplariyle aynı safta söz sahibi olmaktadırlar. Bu yüzden memleketimizde zaten güç olan içtimai problemlerin halli, cemiyetin normal seyrinden çıkmasiyle, büsbütün karışık bir duruma düşüyor.
- Her memlekette milliyetçilik o memleketin kendine mahsus şartları içinde gelişmiş ve bir memlekette aldığı şekil çok defa bir başka yerdekiyle ihtilâf veya tezat halinde görülmüştür.