Halk kültürü konusunda Ziya Gökalp'ın ve arkadaşlarının da yoğun tesiriyle, Türk aydınlarının bir kısmı halka ait her şeyin milli, buna karşılık seçkinlerin meydana getirdiği kültürün baştanbaşa kozmopolit ve yabancı olduğu kanaatine varmışlardı. Altı telli bağlama Türk, tanbur Bizanslı idi; Aşık Kerem Türk, Şair Baki Araptı; Yunus Türk, Mevlana Acem'di. İnkılapçı aydına göre bizim dünkü toplumumuzda Türk halkı kendi başına yaşarken, onun yanında bulunan üst tabaka apayrı bir hayat yaşıyor, halka düşman veya köle muamelesi yapıyor; kendini ondan ayrı sayıyor ve bütün zevkleriyle ondan ayrılıyordu. İşte bizim şimdi klasik Türk müziği dediğimiz müzik de bu zümrenin Arap ve Acemden aldığı, Arap ve Acemlerin ise Bizans'tan aldıkları yani hiçbir şekilde Türk'e ait olmayan bir müzikti. İşte bu müzik Ziya Gökalp'ın tabiriyle Bizim kültürümüze değil medeniyetimize dahil olduğu için, medeniyet değiştirirken onu bırakıp yeni benimsediğimiz medeniyetin müziğini almak gerekti. Böylece klasik Türk müziği devletin kültür politikası içinden çıkarıldı ve radyolardan, eğitimden kaldırıldı. Onun yerine hem radyoda, hem okullarda, hem de resmi eğlencelerde Batı müziği geldi. Buna rağmen klasik Türk müziğinin özel olarak öğretilmesi ve icra edilmesi yasaklanmadı. Devlet Konservatuarı, Devlet Opera ve Orkestrası, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası gibi kuruluşlar vasıtasıyla Batı müziği devlet himayesi ve teşviki ile resmileştirildi. Türk müziğinin kısa bir zaman sonra radyoya tekrar konulması Atatürk'ün şahsi zevki dolayısıyla verdiği bir emirle mümkün olmuştur.
Diğer Erol Güngör Sözleri ve Alıntıları
- İlk defa Ziya Gökalp'ın kültür-medeniyet ayırımına
götüren düşüncenin temelinde Türkiye için pratik bir endişe
yatıyordu. Bütün devlet gücünü, aydınların bütün gayretini
seferber ederek yöneldiğimiz B atı dünyasının medeni
gelişmelerini taklid ederken, onların sosyal ve kültürel
özelliklerini de benimseyecek miydik? Başka bir ifade ile, eski
teknolojimizle birlikte eski adet ve geleneklerimizi ,
inançlarımızı da bırakacak mıydık? Kılık kıyafetimizden tutun
da. dinimize kadar Avrupalı gibi mi olacaktık? - Kültür-medeniyet farkı üzerinde az duranlar Garpçılar
özellikle İçtihat grubu olmuşlardır. Kemalist inkılapları daha
Cumhuriyet kurulmazdan önce açık seçik teklifler halinde
maddeleştiren bu grup , İslamiyet ve Türklük adına konuşur
görünmekle birlikte, bu ikisini korumak yerine, Türkiye'de
Avrupa kültürünü yerleştirme gayreti içindeydiler. Hatta Garpçılar öbür iki cereyanın aksine, medeniyetçi olmaktan
ziyade kültürcü idiler. Bunlarda Avrupa'nın modern ilim ve
teknolojisi ile ilgili konulara pek az rastlanır. Garpçıların
tekliflerine bakılırsa, bunların adet ve gelenekleri, günlük
hayatla ilgili birçok tatbikatı, bu arada bazı temel inançları
değiştirmek istedikleri görülür. Garpçıların bir teorisi olmadığı
için, iddialarını kavramlaştırmaları ve bu konularda vuzuha
varmaları zaten beklenemezdi. - Hemen şunu 15
söyleyelim ki, teknolojinin bizatihi değer yaratmadığına en
büyük örneği kendi ülkemizden verebiliriz. Bizde inkılapçılar
Avrupa medeniyetinin bu tarafına çok uzak bulundukları, yani
böyle bir teknolojik medeniyet içinde yaşamadıkları/halde, sırf
entellektüel özümseme yoluyla A vrupa'nın hayat tarzına ait çok
şey ve zihniyetine ait bazı şeyleri benimseyebilmişlerdir. Buna
karşılık teknoloji ile çok yakından teması olanlar, Avrupa'nın
modern ekonomisini ülkeye sokmakta birinci derecede rol ve
mevki sahibi olanlar çoğunlukla "muhafazakar" dediğimiz
insanlardır; bunların geleneksel yerli kültür unsurlarına
bağlılıkları inkılapçılara göre çok fazladır. - Fakat yine de modern teknolojiye sahip olmanın gerektirdiği
değişmeler vardır ve bunlar gerçekten bazı manevi sosyal ve
kültürel unsur ve unsur komplekslerinin atılıp yerlerine
yenilerinin alınması şeklinde tecelli eder. En azından, mesela
modern üretim insan münasebetlerinde aile ve bölge bağlarının
bir yana bırakılmasını ve verimlilik esasına, rasyonel hesaplara
dayanan münasebetlerin gelmesini gerektirir. İnsanların zaman
ve sürat anlayışları değişir; işler saat dakikliğine göre ayarlanır.
İşte tahsis edilen bir zaman içinde beşeri münasebetlerin
şahısları ilgilendiren tarafları söz konusu olamaz - Hakiki bir kültürde insanların bütün faaliyetleri
onlar için çok manalı olan bir bütün içinde yer alır; bu faaliyetler
birbirinden ayrı, hatta birbirine yabancı ve düşman değildir.
İlkel saydığımız bir cemiyette yapılan av merasimleri bir taraftan
iktisadi bir gayeye hizmet ederken, bir taraftan da insanların
dans ve müzik gibi manevi ihtiyaçlarına cevap vermektedir.
Halbuki modern cemiyette hayatın maddi faaliyetleriyle manevi
ihtiyaçlar sahası birbirinden gitgide ayrılıyor, insanlar manevi
faaliyetlere sırf maddi hayattan kaçmak için girişiyorlar. Bu
ayrılmanın örneklerini kendi cemiyetimizde de sık sık
görüyoruz . Mesela eski kültürümüzde ticaret yapmak kültürün
temel esprisi olan, din içinde manalı yeri olan bir faaliyet idi. Bu
gün ticaret hayatı tamamiyle iktisat prensiplerine göre işleyen
dünyevi bir meşgale haline gelmiş , din ise bu hayata giren
insanların zaman zaman başvurdukları bir "kurtuluş" kapısı
durumuna girmiştir. Artık müziği kendi başına bir değer olarak
almıyoruz, başka işlerden sıkılınca "başımızı dinlendirmek" için
kullanıyoruz . - Batının nesini alıp nesini alamayacağımız tartışması
A vrupa'dan birşeylerin alınması ve süratle alınması gerektiği
fikrinin ortaya çıkış ıyla b irlikte başlamıştı. Ş imdi bu
başlangıçtan yaklaşık iki yüzyıl kadar ileride bulunuyoruz .
Bugün Avrupa'dan neyi alacağımızın tartışmasından ziyade,
neleri aldığımızın, neleri alamadığımızın bir bilançosunu
yapmak durumundayız . - Bu vesileyle Türkiye'de ve bazı Batı ülkelerinde insanları
birbirine düşman etmek ve zihinlerini karıştırmaktan başka bir
işe yaramayan "ilericilik gericilik" kavramlarını kısaca aydınlığa
kavuşturmakta fayda vardır. Hakikatte ilerilik ve gerilik herhangi
bir ilmi kriteri bulunan kavramlar değildir. İleri cemiyet geri
cemiyet, ileri düşünce geri düşünce diye mutlak kategorilerden
bahsedemeyiz ; sadece belli bir kritere göre belli bir konuda
ilerilik veya gerilik söz konusu olabilir. Bu gibi durumlarda bile
ilerilik ve geriliğin manası herhangi bir kıymet hükmü ifade
etmez. Yani ilericilik hep iyi, gericilik hep kötü denilemez .
Mesela Çinliler Fransızlar'dan, Araplar İngilizler'den, Ruslar
İspanyollar'dan ileri veya geridir diyemeyiz; ancak her ikisi de
belli bir konuda, belli bir hedefe ulaşmaya çalışan iki milletin
eğer o hedef yönünde alınan yol ölçülebilir bir şeyse birbirinden
ileri olup olmadıkları söylenebilir: Nükleer enerji konusunda
İsveç Doğu Almanya' dan ileridir; turistik kolaylıklar bakımından
İspanya Türkiye'den ileridir, gibi. - Türkiye'de bugün hala
bağımsız bir kültür şahsiyetinden söz ediliyorsa, bunu bizim
eski kültürümüzün her türlü hoyratlık karşısında hala direnecek
kadar kuvvetli olmasına borçluyuz . Fakat bu direnen kültüre bir
hamle gücü kazandırılamazsa. daha fazla ayakta kalmasını
bekleyemeyiz . - Türk halkı asıl ihtiyacının bir taraftan modern teknolojik
bilgi ve teçhizat, bir yandan da modern bir iktisadi ve idari
organizasyon olduğu kanaatindedir. - "Çağdaş uygarlık düzeyi" denen ve en az ikisi Türkçe olmayan
şu üç kelimenin manası, her iyi ve güzel şeyin bugünkü Batı
dünyasında bulunduğudur. Bu tanzimatçı düşünce geleneğinin
şimdiki temsilcileri büyük kısmıyla "sosyalist ütopya"ya
kapılmış bulunuyor. Onlara göre ileride kurulacak olan ve tarihte
geçmişi bulunmayan bir "tam bağımsız, üslerden arınmış ,
sömürünün ortadan kalktığı, herkesin her şeyde eşit olduğu bir
Türkiye" de herkes saadeti tadacaktır.