- Sarı bir halka idi su, Rengiyle dalaşırdı bazen...
- Ne ıstırap, ne saadet; ne nedamet, ne merhamet; ne yeis, ne de umut. Sade öfke... Ara sıra yüreğini yoklayan ve çekip gittiğinde geride korkunç bir boşluk bırakan ve o boşluğun ta dibinde, kaynamak üzere olan su gibi ıslığıyla olacakları muştulayan öfke... Yokluğunu girdaba çevirip hatıraların enkazını emen, varlığını tufana çevirip önüne çıkanı ezen öfke... Öfkeyi uğurlayıp, tez dönmesi için ardından su döktükten sonra hiçbir şey hissetmiyor, bir çiğ damlası gibi kayıp gidiyordu geçen günlerin arasından. Etine bir iğne batırsalar, belki onu dahi hissetmeyecekti.
- Nicedir Nevres geceleri rüya görmez, gündüzleri gördüklerini, gün ışığı altında tecrübe ettiklerini rüya farzederdi.
- "Kötü bir rüya mı gördün, karabasanlar mı çöktü üstüne, git suya anlat. Su alıp götürür kederini tasanı. Uzaklara taşır. Su vefakardır. Gammazlık, kancıklık nedir bilmez. Dosttur su, dostu olmayanlara."
- Şebgir Kamer dedi ki, her rüya bir haritadır aslında. Mecazistan şehrinin haritası. Ve her rüyanın pek çok kapısı vardır. Hal böyle iken, herhangi bir kapıdan içeri girilir, lakin herhangi bir kapıdan dışarı çıkılmaz. İşte rüyayı tabir eden, rüyayı görenin hangi kapıdan mecazistan şehrine girdiğini bilmeli ki, hangi kapıdan çıktığını da bilebilsin. Rüyayı tabir eden, tıpkı yaralı bir ceylanın izini sürer gibi, rüya görenin peşinden gitmelidir. Kimi zaman kolay iştir ayakizlerini takip etmek. Zira rüya gören karda yürür gibi gayet sarih işaretler bırakır arkasında. Kimi zaman da bir yağmur çıkar yahut şiddetli bir rüzgar; ve ayakizleri siliniverir. Bu sebepten ötürüdür ki, muabbir dediğin elini çabuk tutmalı; burnu iyi koku alan, gözleri keskin bir zat olmalıdır. Lakin kimi zaman, muabbir ne kadar maharetli olursa olsun adamakıllı güçleşir iz sürmek. Zira rüya gören suda yürür gibi, tek bir nişan dahi bırakmadan geçip gitmiştir. Şebgir Kamer dedi ki, suda yürüyenlerin rüyalarını tabir edebilmek için, olana değil olmayana bakmak şarttır. Bilhassa mecazistan şehrine su yolu ile girenlerin tabiri için muabbir, rüyanın zıddına muhtaçtır. Velhasıl rüya dediğin, zıddıyla tabir olunduğundan, rüyayı tabir eden rüyayı görenin girdiği kapıdan çıkmalı, çıktığı kapıdan girmelidir. Aksi takdirde rüyayı tabir eden haritanın içinden çıkamaz; kaybolur. İşte o vakit rüyanın hakiki manasını veremez. Veremez çünkü nasıl ki her rüyanın pek çok giriş ve çıkış kapısı varsa, pek çok da meali, tabiri vardır.
- Zehirin de, panzeherin de masdarı, aynı yabani otun köklerine yürüyen yağmur sularıydı.
- "Ademde dahi dört od mevcuttur. Mide odu, şehvet odu, soğukluk odu ve muhabbet odu. Hem dünyada dahi dört od vardır. Taş odu, ağaç odu, yıldırım odu, Tamu odu. Nasıl ki yedi kat gök var; ten dahi yedi kattır. Et, kan, damar, sinir, süğük, ilik yedi kat göğe benzer. Hem dünyada ırmaklar var. Amma gözyaşı ırmaklara benzer. Ve hem dünyada dört türlü su var. Evvel safi; ikinci acı; üçüncü koyu; dördüncü yer suyu. Amma tende dahi var; evvel ağız suyu, tatlı...ikinci göz suyu acı...üçüncü kulak suyu...dördüncü burun suyu koyu... Ve hem dünyada bulutlar, yağmurlar var. Pes kaygu buluda, göz yaşı yağmura benzer. Ve hem artmak eksilmek var. Pes tende dahi kuvvet var. Kimiyerde kuvvet eksilir, kimiyerde artar." Hal böyle iken dört unsur var insanda. Safra dediğin ateştir; tabiatı sıcak ve kuru. Kan dedigin havadır; tabiatı sıcak ve rutubetli. Balgam dedigin sudur; tabiatı soğuk ve rutubetli. Sevda dediğinse topraktır; tabiatı soğuk ve kuru. Ola ki bu dördünden herhangi biri ötekilere galip gelirse, o vakit vücut hastalanır. Vücudun selameti için dördünün muhabbetlerinin aksamaması elzemdir. Aksamaması için de baş dediğin, iki de olsa tek de olsa aşkla yoğrulmalı, yaradandan ötürü yaradılanı sevmeyi bilmelidir.
- Kaçarak, korkarak, saklayarak, bitmez tükenmez can sıkıntılarından mürekkep bir hayatı yaşamak, yaşamak değildir. İnsan ki eşref-i mahlûkattır; bir nebat gibi sessiz yaşamak ona yakışmaz.
- Hem ne demişti Dürri Baba? "Vücudun şehrine gir, onu seyreyle" dememiş miydi? Ne söylemişti Dürri Baba? "Biz nefsimizi silmekten değil bilmekten yanayız" dememiş miydi?
- Hiçbir şeyi yoktu ve olsun da istemiyordu. Kente, konuşmalara, kitaplara gidiyordu. Sözcüklere doğru yola çıkıyordu. Sylvie Germain, Amber Gece