- Korku duydu, çünkü yalnızlık korku yaratır. "Benden başka hiçbir şey yoksa niçin korkayım? Diye düşündü. O zaman korkusu geçti. Korkacak hiçbir şey yoktu; çünkü korku ikinci bir varlık olduğu zaman gelir. İ.Ö 700'den kalma Hint örneği Brihadaranyaka Upanişad
- "Yağmur yakındır!" diye geçirdi içinden. "Ama ne fayda. Ettiğimiz hıyanetin züllünü değil yağmur, Nuh'un tufanı dahi yıkayamadıktan sonra..."
- Ak karınca Erda, ölümün ve kıyametin habercisiydi.
- Eğer yüz çevirirlerse de ki: "Ben sizin hepinize eşit biçimde açıkladım. Artık tehdid edildiğiniz şeyin yakın mı, yoksa uzak mı olduğunu bilmem." (Enbiya suresi, 109. ayet)
- Onun nazarında, her zaman en kötüyü düşünmek, tam da kötüyü defetmek için elzem olan bir tılsımdı. Zaten baş yaran taş, ummadık taş değil miydi her zaman? Demek ki, aslolan her türlü ihtimale karşı tedarikli olmaktı. Böylelikle, adı bir kez konan, yüksek sesle bir kez telaffuz edilen kötülük, başa gelmez; insan hiçbir ukubete duçar olmadan yaşayıp giderdi.
- Emanet dediğin kutsaldır/ hem kutsal hem de nazlıdır/ kudreti kendinden menkul/ zehiri isminde saklıdır/ bir kez olsun bilinmese kadrin/ hemencecik küser, kırılır/ gider bir kuytuda soluklanır/ göz ister görmeye/ yürek ister geri getirmeye/ kaçmaya teşebbüs etmek nafiledir/ yol ister firar etmeye/ emanet kuytularda ilenirken/ korku salar üstümüze/ gece gündüz peşimizi bırakmazken/ sonumuzdan korkarız/ sonumuz olmasın diye diye/ böyle giderse/ zail olmaz kara bahtımız/ çünkü emanete hıyanet ten/ hayır gelmez kimseye/ kıssadan hisse/ şaşmaz hikmettir/ vicdan borcu para ile pul ile ödenmez/ hıyanet ki kuzu postunda kurttur/ evvel güler yüzüne/ sonra ciğerini söker/ pare pare/ felaket dediğin başlar o zaman/ başlar rüzgar gibi/ fırıldak gibi dönmeye/ cila çeker keyfine/ gene de bakılır bir çaresine/ şifasız hastalık yoktur bu alemde/ kefalettir felakete çare/ emanet ucuz bahaya gitmem der/ muntazır eder teşrifine/ ne zaman ki ödenir kefaret/ ne zaman ki sunulur gümüş bir tepsi içinde/ emanet der ki bağışladım/ ettiğiniz hıyaneti bağışladım.
- Şarâbi bir halka idi ateş, Kanına susardı bazen...
- Geçmiş ve gelecek yoktu İstanbul vardı, Ölüm yoktu, yaşam yoktu, Yalnızlık yoktu, ıssızlık yoktu, İstanbul vardı... Mehmet Fehmi İmre
- Kelimeler havada ucuşup harflerine ayrılır; harfler bölünerek çoğalıp, çoğalarak dağılıp, en nihayetinde toz zerrelerine dönüşürlerdi.
- Semada her bir nokta, olup bir halka, dönerdi kendi etrafında. O büyük ve hudutsuz halka, Sırtını soğuğa verirdi Bağrını nâr-ı aşka. Evvela ürkek ürkek Sonra kendini koyvererek Ağlardı ayrılık açısıyla Sema dediğin akde vefa, O nur yüzlü dosta vefa...