- Rastlantıların kendine has bir büyüsü vardır. Yeterince ani ve keyifliyseler bir de her biri fani yapımı minyatür boy mucızeler gibi görünebilir maruz kalanların gözlerinde, özellikle de çaresizlerin.
- Eğer bakmayı bilirsen gözlerin sana oyun etmez, dosdoğru görürsün. İçte saklı olanı, acıtanı, kanatanı görürsün..
- Bir: Güçlü kuvettli bir şey seni sıkı sıkı tutmaktayken dahi düşebilirsin.
İki: Düşme edimi ille de aşağı doğru gitmek değildir; yeterince tepetaklak olmuşsan yukarı doğru düşmeyi de başarabilirsin. - Ömer sustu. İnsanın derin düşüncelere kapıldığı anlarda sustuğu gibi değil. Beklenmedik bir itki karşısında, mesela yolda anında yanından geçen arabanın renkli camında kendi tükenmiş imgesini görüp kendi gerçeğiyle yüzleşmesi gibi hem irkiltici ama hem de tanıdık bir şey karşısında nasıl susulursa öyle susmuştu. Soru nasıl sorulursa sorulsun cevabın yanlış kalmaya mahkum olacağını fark etmesini sağlayan da benzer bir ürpertiydi.
- Kulaklar insan vücudunun en güvenilir organlarıydı. İnsan ne kadar kilo alırsa alsın kulakları tıpatıp aynı kalıyordu, daima sadık, daima vefalı.
- Taşlar gibi olmaktan, geride hiç iz bırakmadan bu aç hiçlik tarafından yutulmaktan korkuyordu.
- İşte bunu anlamıyordu Sakız Sardunya. O da seviyordu TV seyretmeyi. Beğendiği filmler, diziler, çizgi filmler vardı. Ama "beynini boşaltmak" istemiyordu. Annesi bu lafı ettiğinden beri, beynine birşey olur diye korkusundan daha az TV seyrediyordu. Ne olur ne olmaz. Beyni insana lazımdı. (Sf. 56)
- "Sokakta oyun oynamayan, evde kitap okumayan çocukların hayal güçleri nasıl gelişebilir?" diye devam etti Sakız Sardunya. (Sf.87)
- Önce sen kendini sevmelisin. Sen kendinle barışık olursan arkadaşların çoğalır. (sf.113)
- Kendi yalanından kendi de tiksinmiş gibi yutkundu, gerçi bunun sebebi yalan söylemiş olmanın ahlaki yükünden ziyade, daha iyi yalan söyleyememenin zihinsel hüsranıydı.