- Kendimdeki değişimi seyrediyorum. Aşık olmanın bir mucizeye inanmaya benzediğini düşünmeye başladım. Aşk ta beklentiler ve inançlar ile ilgili. İnsan kendisi için hala kurtuluş ümidi olduğuna ve günün birinde özel birinin bunu mümkün kılacağına inanıyor. Bir mucize özlemi değil mi bu? Bu dünyadan fazla bir şey beklememen gerektiğini bilsen de içindeki bir şey diretiyor... Umut etmeyi sürdürüyor... Sevdiğin kişinin seni seveceğini umut etmeyi.
- Kim gerçek yabancı; bir ülkede yaşayıp başka bir yere ait olduğunu bilen mi yoksa kendi ülkesinde bir yabancı hayatı sürüp ait olacak başka bir yeri de olmayan mı?
- Nasıl ki çömleği tutan dışında ki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.
- Tüm dünyayı sel bassa ördeğin umrunda olur mu?
- Dostların arasında olmak çöl ortasında kendini yemyeşil bir vahada bulmak gibidir. Kuruyan dilin suya doyar, daralan yüreğin ferahlar, içindeki karamsarlık sisi perde perde kalkar. Dost umut demektir...
- Ne tereddütsüz inanç mümkün. Ne tevazusuz özgüven. Utangaç insanlarda tuhaf bir cesaret vardır, suskunlarda geniş bir kelime hazinesi. Yumuşak kalplilerde sağlam bir duruş vardır, merhametliler de dirayet. Karşıtından beslenir insanı var eden, yukarı çeken nice özellik.
- Burası benim şehrim. İstanbul'da doğdum, burada büyüdüm. Ailemin bu şehirdeki tarihi en azından beş yüz yıl geriye gidiyor. İstanbullu Ermeniler İstanbul'a aittir, İstanbul'lu Türkler, Kürtler, Rumlar ve Yahudiler gibi. Bir zamanlar birlikte yaşamayı başarmıştık, sonra çok kötü çuvalladık. Şimdi tekrar öğrenmeliyiz kozmopolitliği. Bir daha çuvallama şansımız yok.
- Ellisinde insanlar bu kadar kusurlu böylesine çocuksa on sekizinde büyümek için çabalamaya gerek kalmıyordu.
Demekki bazı şeyler değişmiyordu hayatta; suratsız bir ergensen suratsız bir yetişkin, suratsız bir ihtiyar ve suratsız bir ölü oluyordun. - An geldi, takıldı motor, tıkandı sistem. Önce su almaya, sonra batmaya başladı varlığımın gemisi. Ve ben sadece ve öylece güvertede durup bekledim. İçimden başladım saymaya. Bir, iki, üç... yüz, yüz on... Bin, bin bir, bin iki... Sandım ki, yeterince beklersem bu halde ben de gemimle beraber batarım...
- Yirmi Yedinci Kural: Bu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı laf yankılanır. E?er çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır. Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.