- "Buz kesmiş mezar taşlarının üzerini kırağı tutmuştu,kadim kilisenin taş oymaları arasında dizili mücevherler gibi parıldıyordu.Sert görünüşlü kırılgan kar sıra sıra tümseklerin üzerine apak,pürüzsüz bir örtü sermişti:Orada kefenlerine sarınmış yatan cesetler vardı sanki.Kasvete bürünmüş sahnenin derin sessizliğini bozacak en ufak bir esintiden eser yoktu.Ses kendisi buz tutmuş gibiydi,her şey o kadar soğuk,hareketsizdi."
- "Bunun üzerine avukat katibi yine güldü;yürekten gelen gürültülü bir kahkaha değildi bu,kendi kendine,sessiz,sinsi bir şeydi.Mister Pickwick bundan hiç hazzetmedi.Bir insanın iç kanaması kendisi için bir tehlikedir;için için gülmesi ise başkaları ve herkes için tehlike alametidir."
- Tütün içmeyen ve de veresiyle hesabı çoktan dolmuş olup bir sonraki sayfaya devredilmiş olan Mivins hiç yataktan çıkmadı,kendi tabiriyle "uykuyla ödeşme" yi tercih etti. (672)
- Dostlarım mı? Ölüp de dünyanın en derin maden kuyusunun dibinde sımsıkı vidalanmış,lehimlenmiş bir tabutta ya da bu zindanın temelleri altındaki balçığa batmış iğrenç hendekte yatıyor olsaydım,şimdi burada olduğumdan daha çok unutulmuş ya da umursanmaz olmazdım" diye konuştu. (678)
- Odanın karşı tarafında küçük bir tahta sandığın üstünde gözleri yere dikili,çehresi kopkoyu bir yeisle kasılmış bir yaşlı kişi oturuyordu.Bir kız çocuğu -küçük torunu- etrafında pervane gibi dönerek onun dikkatini çekmeye uğraşıyordu.Ne görüyor,ne işitiyordu onu ihtiyar.Bir zamanlar kulağına şarkı gibi gelen ses ve onun için ışık olan gözler karşısında şimdi hepten kayıtsızdı.Eli kolu,her yanı titriyordu;felç zihnine el atmıştı. (681)
- Bir kaç kişi daha vardı odada;bir araya toplanmış,bağıra çağıra konuşuyorlardı.Bir de,sıskası çıkmış,bitap bir kadıncağız vardı:Mahpuslardan birinin karısı.Kuruyup gitmiş bir bitkinin bir daha asla yaprak açmayacağı besbelli sapını büyük bir özenle suluyordu.Belki tam da burada yerine getirmeye geldiği işlevin timsali... (682)
- Zamanların en iyisiydi... En kötüsü de. Akıl çağıydı, budalalık çağı da. İnanç çağıydı aynı zamanda, ama inkar çağıydı da. Bir taraftan aydınlık, bir taraftan karanlık bir mevsim yaşanıyordu. Umudun baharıydı, yeisin kışı... Her şeyimiz vardı, ama hiçbir şeyimiz yoktu. Hepimiz doğruca cennete gidiyorduk, ama hepimiz cehenneme de gidiyorduk. Kısaca o çağ bu devre öyle benziyordu ki, sesi en çok çıkan otoriteler iyisiyle kötüsüyle ikisinin mukayesesinin, sadece üstünlük bağlamında yapılmasında ısrar ediyorlardı.
- Tanrı: ben hayat verenim ve yeniden diriltenim, bana inanlar ölmüş olsalar dahi tekrar yaşayacaklardır. Yaşayan ve inananlar ise hiçbir zaman ölmeyeceklerdir. (İncil'den)
- Zaten sevgi her zaman nefretten üstün değil miydi?
- Çocukluğundan beri, kızgın kumların üzerine çıplak ayakla basmanın ne anlama geldiğini biliyordu.