- "Yakın çevresinde ölüm yaşamamış genç insanlar, dostlukları ve sevgiyi bol keseden harcarlar!"
- "Onu hala seviyor musun?"
Dedi: Onu hiçbir zaman sevmedim ben. Benim için sevilmek önemlidir. Bir erkeğin sevgisi besler beni. Kendimden başkasını sevemedim ben... - Aslında kendimi anlatmaya tıpkı Dostoyevski gibi başlamak isterdim. Birgün derdim, birgün kendimi anlatsam, tıpkı Yeraltından Notlar'da olduğu gibi anlatırdım: Bakın işte şöyle:
"Hiç de gösterişli biri değilim. Karaciğerimden haastaymışım gibi geliyor bana. Hastalığımın bir urdan ileri geldiğini sanmıyorum. Daha doğrusu neremin ağrıdığını biliyorum. Daha doğrusu neremin ağrıdığını bilmiyorum. Tedavi de olmuyorum. Tıbba ve doktorlara saygım olduğu halde hiç doktora gitmedim(...) Hayır, yalnızca tersliğimden dolayı tedavi olmak istemiyorum.Ama doğrusu siz bunu anayamazzsınız. Olsun, ben kendimi anlıyorum ya, yeter bana."
Ama ne gezer. Artık benim anlatmak istediğim her şeyi, hem de en iyi biçim de Dostoyevski anlatmıştır. Tekrarlamak yakışız almaz. Hiç denemiyorum, yazar olamam. Yok hayır, yeteneksiz oluşumdan değil. Pek iyi bir yazar olabilecekken, Dostoyevski'den sonra doğduğum için yazar olamam. (Sf. 13-14) - * İnsanları korkutmanın bin bir çeşit uygar yolu var elbette:
Onları 'küçük' olduklarına inandırmak,
Geleceklerini belirsiz kılıp, tedirgin etmek,
Aralarına nifak sokmak,
Aile düzenlerini azıcık değiştirmek. "Her erkek biyolojik olarak biraz hovardadır, değil mi efendim, hah hah ha!"
Çok çalıştırıp, özel yaşamlarına vakit tanımamak,
Yaşve meslek gruplarına göre birbiriyle yarışır, birbirine düşman duruma sokmak, aralarındaki uyumu ve dostluğu bozmak,
Ve daha pek küçük, sevimli hileler...
Bundan sonra onları idare etmek pek kolaydır. Çoğu kez oltadaki yeme koşar, hatta yem için minettar bile olurlar. Korkmuş, paniğe kapılmış, yalnız kalmış insan kolay lokmadır. İş, ustaca bunu sağlamakta gizlidir. (Sf. 41-42) - Evime dönerken, gece ortasında kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım kaçamak, yıldızlar vardı gökte, hatta ay bile. Sevindim onları yerli yerinde bulunca. Sokak kedileri de işleri güçlerinde koşturup duruyorlardı. Çok sevindim. Her şey eskisi gibiydi ilk bakışta, ama işin aslı başkaydı, insanlar artık ekomomik problemleri, savaşları, poliitik bunalımları, yığınları anlatan kurguları okumak istiyorlar. Kurguyla dökümenter arası bir şeyler olmalı yazışanlar. Üzüldüm sanki. Hani elimden sevdiklerim zorla alınmış gibi.Nasıl olur da ben şimdi, çoluk çocuğa karışmış, yaşı genç, kendisi geçkin bir memurun, yolda karşılaştığı bir çocukluk/sınıf arkadaşının başarılı, dinamik, hala atılımlara açık yaşamını görüp de, bir kat daha yaşlanışındaki hırçın kabullenişi ya da üst kademede görevli, başarılı, kendine güvenli bir iş kadınının yapayalnız yatağına uzandığındaki bir başınalığın mutsuzluğunu anlatamam? Nasıl bırakırım o insanları? Dostluklar, sevgiler, sevinçler, bozgunlar, yenilgiler, acılar, yalnızlıklar. Bütün bunlar insana özgü, insanca duygular değil mi artık? (Sf. 54-55)
- Doğduğum günden beri kasaba kasaba dolanıp duruyoruz memleketi. Arkadaş edinecekken, öğretmene alışmaktayken, en çok da gecenin hangi saatinde, hangi trenin çocuk uykumu delik deişk ederek, çıngıraklı bir dev gibi korkulası, uzaklara gittiği için de albenili düdüğüne alışırken, yeni bir kasaba, başka bir tren istasyonu, başka okul, başka öğretmen, başka çocuklar... On yaşındaydım, kitapların tek değişmeyen yakınım olacağını anladım. (Sf. 76)
- Hiç kalabalık duymadık kendimi. Hep tek oldum ben. Beni sperm ve yumurtasıyla oluşturup, bütün insanların birbirinin aynı istek ve beklentilerle yaşadığına kesinlikle inanan, okyanuslara dalmak çoşkularımı, dağlara tırmanmak tutkularımı, ıssızlığın korkusunu sevgiyle yatıştırmak düşlermi hiç aklına getirmemiş bir ailem var. Beri yandan, okul kitaplarında yazılanların tıpkısını, yalnız 'o kadarını' öğrenmemi isteyen öğreetmenler...Küçük küçük düşünen, her şeyi önceden planlanmış hayatların toplumsal ve dinsel kurallarla sımsıkı zincirli küçük insanlarıyla bir türlü kurulamayan dostluklar... Oysa kitaplar sonsuz boyutlu, zengin, seçenekli... Kitaplardaki kocaman dünyalarla tanıştıktan sonra ne yavadır kasaba yaşamı, kasaba akşamları, kampana sesleri, makas memuru, sonra hareket memururnun oğlunun hayatını yaşamak. İnsanın canı artık büyük kentler, büyük uğraşlar, büyük hayatlar, şiirler çeker. Yavanlıktan, sığlıktan bezdi mi bir kez, insan sığmaz istasyon kasabalarına, okullarına. Aynı yüzler arasında seçeneksiz bunalır kalır. Büyük amaçlar, büyük kararlar, şiirler olmalı benim yaşantımda... (sf. 78)
- En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlarıdır, aslında.
- İnsan karakterini yaşamalı, aksi halde başkasının hayatını yaşıyor demektir.
- ' Sen hiç kimsenin olamayacağı kadar çok şeyimsin benim Yüreğimde sana ayrılan yer herkesinkinden büyük Yalnızca bir arkadaş, bir kan kardeş, bir sırdaş, bir çok yakın dost değil, bir büyük sevgisin sen Yanında sonsuz şımarabileceğim ve hala kaybetmekten kormayacağım tek kişi Yani biraz annem, biraz babam, hatta hiç görmediğim dedem, belki hiç doğmayacak oğlum Sonra daimi hayranım ve tabi dokunulmamış sevgilim Sen benim masumiyetimsin Tuna Benim en yakınımsın! Aslında belki öbür yarımsın? Bütün bunlar ne demek anlıyor musun? Hı? '