- Hayat, çok defa bir şeye asılmakla kabildir. Genç adam bu anda bu mucizeli bağlanışı hiçbir yerde bulamıyordu.
- Yaşamak, başkaları tarafından muhasara altına alınmak, yavaş yavaş boğulmaktı. Yaşamak...
- Kaç yıl evveldeyiz dersin? -Sayısız zaman içinde; yani hep aynı yerde...
- Ey gözüm, ey boynum, ey kollarım, karanlık ve aydınlıklarım... size şükrediyorum, bu dakikanın sarayında, bu anın mucizesinde beraberce var olduğumuz için; sizinle bir andan öbürüne geçebildiğim için; anları birleştirip düz ve yekpare zaman kurabildiğim için!
- Duvarı alçaltsanız deniz görünür mü?..
- Beni iyi anla! Mistik olmuyorum, belki bir aydınlığa, realitenin kendisi olan bir düşünceye bağlanıyorum. Kendimizi tanımamızı ve sevmemizi istiyorum... Ancak bu suretle insanı bulabiliriz. Kendimiz olabiliriz...
- -Zannetme ki, sana kabuğunu kır! diye cevap vereceğim... O zaman dağılırsın! Sakın kabuğunu kırma! genişlet... ve kendine mal et, kanınla işle ve canlandır. Kabuğun kendi derin olsun... Eski talebelerinin karşısında yenilmemek için kelimelerle oynadığını sanıyordu, fakat hayır, asıl düşüncesi buydu. Fert kendisini muhafaza etmeliydi. Kainat içinde erimeğe hiç kimsenin hakkı yoktu. Fert, fert olarak kalmalı, fakat bütün, hayatla kendisini doldurmasını bilmeliydi, ilave etti. -Homunculus'un kabahati, mahfazasını canlı bir şey haline getirmemesi, oradan bütün kainatla birleşmemesi, hulasa yaşayamamasıdır. Yoksa bir kabuğu olmasından değil.
- Hayatımızı geriye dönemeyecek bir uca taşımazsak, şiirin peteğini nasıl doldururduk?
- O erime ve kaynaşma ancak tahammülü güç hararetlerde olabilirdi. Aksi takdirde kapının önünde kalır, ödünç alınmış bir dili kullanırdı.
- Sinirlerin bu gergin anında, aralarına bir varlık mı, yoksa bir yokluk mu girmişti?