"Gerek bu dedikodular, gerekse sofaya verdiği o iç kapatıcı manzara yüzünden ben bu saatin düşmanı olmuştum.Halbuki güzel saatti.Kendi halinde, hiç kimsenin işine karışmadan, kervanını kaybetmiş bir mekkare gibi başıboş, dalgın bir yürüyüşü vardı.Hangi takvimle hareket eder, hangi senenin peşinde koşar, neleri beklemek için birdenbire günlerce durur, sonra ağır, tok, etrafı dolduran sesiyle hangi gizli ve mühim va'kayı birdenbire ilan ederdi?Bunu hiç bilmezdik.Çünkü bu bağımsız saat ne ayar, ne ıslah ve tamir kabul ederdi.O başını almış giden, insanlardan tecerrüt halinde yaşayan hususi bir zamandı.Bazen durup dururken üst üste çalmağa başlardı.Sonra aylarca yalnız rakkasının gidiş gelişiyle kalırdı. Annem onun bu ihtiyari hallerini hiç iyiye yormazdı.Ona göre bu saat evliya idi yahut da onu iyi saatte olsunlar çapmıştı.Bilhassa İbrahim Bey'in vefat ettiği gece,belki de hemen hemen aynı sularda, haftalardır işlemeyen saatin birden en derin sesiyle vurmaya başlamasından sonra bu korku hepimizin içine yerleşti.Annem o günden sonra ayaklı saatimizden hep Mübarek diye bahsetti.Bütün dindarlığına rağmen daha beşeri düşünen babam ise ona Menhus adını koymuştu. Menhus veya Mübarek bu saat çocukluğumun bir tarafını zaptedmiş gibidir. Dergah Yayınları 17. Baskı 28/29. Sayfalar."