- Bir Mümtaz, belki en mühimi, talihten en çok korkan, düşüncesini en fazla gizlemeye çalışanı, orada, evde hastanın başı ucunda, onun dalan gözlerine, kuruyan dudaklarına, inip çıkan göğsüne bakıyordu. Öbürü Nuran'ın şu dakikada bulunması ihtimali olan İstanbul'un her köşesinde onunla beraber olabilmek için parçalanıyordu.; sanki her rüzgara kendisini parça parça dağıtıyordu. Bir üçüncü Mümtaz demin tramvayı durduran kıt'anın peşinde takılmış, bilinmeze, talihin haşin cilvelerine doğru yürüyordu. Kaç gündür hadiseler üzerine düşünüyordu. Geceleri birden artan şimendifer düdüklerinin sesi onun için kafi bir tehditti.
Böyle olması bir bakıma rahattı; çünkü üç şeyi düşünmek hiçbir şeyi düşünmemekti. En korkuncu üçünün birden birleşmesi, içinde acayip, muzlim ve biçimsiz terkiplerini kurmasıydı - Macide ise kadın şefkatine ve güzelliğin terbiyesine en muhtaç olduğu zamanda onun hayatına girmişti. Onu düşünürken Mümtaz, benim çocukluğumun bir kısmı bir bahar dalı altında geçti, derdi.
- Gözleri genç kadının yüzünde, ellerinde dolaşıyordu. Nuran, onun bu pervasız bakışlarından sakınmağa çalışıyordu. Kendisini her serbest bırakışında kendisini çırçıplak yakalanmış gibi mahcup, kendi kabuğuna çekiliyor, karşısındaki adamdan kendisini gizleyebilmek için ikide bir çantasını açıyor, yüzünü pudralıyordu. Hülasa ikisi de kendilerini için hazırlandığını seziyor ve içlerinden konuşuyorlardı.
- Kadın her şeyden evvel kendisini gizlemeyi bilmelidir yavrum!
- O gün Nuran'da her şey Mümtaz'ı çıldırttı. Kendi kendisini aşka veriş şekli, hazza sakin bir limanda bekleyen gemi gibi hazırlanmış yüzünün mahmur İstanbul sabahlarını hatırlatan örtülüşleri, yaşanan zamanın ötesinden gelir gibi tebessümler, hepsi ayrı ayrı lezzetlerdi ki tattıkça hayran oluyor, bir insandaki bu sonsuzluğa, zamanın birdenbire değişen, adeta birbiri peşinden gelen ebediyetler gibi ağırlaşan ritmine şaşırıyordu. Daha o günden en büyük sırrı sadelikte olan kadına karşı içinde garip, her türlü duygunun üstünde bir tapınma hissi başladı. Onu bir kıt'a gibi yavaş yavaş keşfediyor ve ettikçe hayranlığı ve bu tapınma hissi değişiyordu.
- Hayat benden fikir ve belki de mücadele istiyor. Hissi duruşlar değil!
- Biliyorum, dedi. Yeni bir hayat lazım. Belki bundan sana ben daha evvel bahsettim. Fakat sıçrayabilmek, ufuk değiştirmek için dahi bir yere basmak lazım. Bu hüviyeti her millet mazisinden alıyor.
- Fakat bütün bunların üstünde asıl Mümtaz'ı çıldırtan şey, o garip utangaçlığı, hiçbir günahın ve hazzın gideremediği ruh bekaretiydi. Onun için mevsimin sonunda en fazla kendisinin olduğunu bildiği zamanlarda bile aşkları ilk günlerde olduğu gibi yeni kalıyor, mahremiyetlerine henüz birbirlerini tanımış insanların ürkekliği giriyordu. Ve Mümtaz onda bu ürkekliğin, bu safiyetin kaybolmaması için hiçbir dikkati esirgemiyordu.
- ...söylediklerinden ziyade tebessümü ile, bakışı ile konuşur, dinler, kabul ve reddederdi.
- Onun için aşk, hislerin kelimelerle israfı değil, Mümtaz'ın ruhundaki fırtınaya kendisini olduğu gibi teslimdi. Kim bilir, belki de kollarının arasında mahpus yüzünde bütün içinden geçenleri okuduğuna inanıyordu. Hakikat de böyle idi. Mümtaz onun yüzünün değişen ifadesinde, kadın yaratılışının sırlarından, yani Nuran için dahi meçhul olan taraflarından başka her şeyi okuayabiliyordu.