- Ama olmuyor işte, geçmiş adım adım takip ediyor insanı. Vakti, saati gelince de sen hazır mısın, değil misin diye sormadan çıkıyor karşına..
- İnsanoğlu böyledir işte. Bir ömür boyu güzele ulaşmak için çabalar durur, ama aşk ayağına geldiğinde birazcık sabır gösteremez. Yazık olmuş Müezzin'e, yazık. Ya Perikızı'na ne demeli? Baştan yanlış tutmuş işi. Sen tut bir insana gönül ver. Gerçi ona ne diyeceksin, gönül bu, söz dinler mi?m(S. 90)
- Öyküyü dinleyen Müezzin'in de gözleri dolu dolu olmuş: 'Bazen düşünüyorum da,' demiş 'yaşam insanoğlu için bir armağan mıdır yoksa ceza mı, çözemiyorum.' 'Hiç kuşkusuz yaşam bir armağandır,' diye yanıtlamış padişah. 'Ama biz insanlar öyle aciz yaratıklarız ki, bize sunulan bu armağanın tadını çıkarmak yerine kendimizi acılara boğuyoruz.' 'Haklısınız' demiş müezzin. 'Biz insanlar gerçekten de tuhaf yaratıklarız. Öyle görkemli düşler kurar, öyle yapıtlar ortaya koyarız ki, görenler hayran kalır. Ama bazen öyle kaypaklaşır, öyle aceleci davranırız ki, o güzellikleri yaratanlarla bu kolaycı tavrı benimseyenler aynı insanlar mıdır, anlamak zorlaşır.' (S. 63)
- İnsan hem aşık hem de sabırlı olabilir mi? Bir kelebeğin ömrü kadar kısa olan aşk, o bekleyiş sırasında solarak yakıcılığını yitirmez mi? Yaptığın tümüyle yanlış mıydı, bilemiyorum! (S. 90)
- 'İster padişah olsun, ister yoksul bir köylü, insanoğlunun bazı davranışları var ki hiç değişmiyor,' demiş Padişah. 'Sizin yaşadıklarınız bu davranışlara çok iyi birer örnek. Mesela sen, açgözlülüğün yüzünden gözlerini yitirdin; Demirci paylaşmadığı için önemli bir fırsatı kaçırdı; Kuyumcu ise har vurup harman savurmasının bedelini çok ağır ödedi; Müezzin sabırsızlığı yüzünden sevdiği kadından oldu; Şapkacı kıskançlığı sonucu karısı ve oğlunun ölümüne yol açtı. Sizler insanoğlunun yapabileceği yanlışların canlı birer kanıtısınız. Hep yanımda kalmanızı, bana yol göstermenizi istiyorum. (S. 156)
- 'Söyleyin bakalım öğrenebildiniz mi Demirci'nin öyküsünü?' Öğrendik demişler ve anlatmışlar öyküyü. Kuyumcu anlatılanları ilgiyle dinlemiş. 'Paylaşmamanın cezası demek bu kadar büyükmüş...' diye söylenmiş. 'Zalimliği de unutmayın!' diye eklemiş Vezir. (S. 105)
- Eğer bunların tümü düş ürünüyse, onları yok edebilirdim. Düşüncelerimi toplayarak yılanın varlığını yadsımaya çalıştım. Ama çevremde hayaletlerin görüntüsü dolaşır, kulaklarımda tiz sesleri çınlarken bunu başarmak biraz zordu. Yeniden gözlerimi kapadım, kulaklarımı tıkadım. 'Böyle bir yılan yok...' diye kendi kendimi ikna etmeye çalıştım. Az sonra ayağımı oynatabildiğimi fark ettim. Gerçekten de yılan yok olmuştu. Onu yenmiştim. Kendime olan güvenim artmıştı. (S.142)
- O günden sonra Padişah'ın ülkesine daha iyi yönetilmiş. Yasalardan sevgi, saygı ve adaleti dışlayan tüm maddeler çıkarılmış. Hapishaneler kapanmış, bütün cezalar kaldırılmış. Gökyüzünden, denizden ve topraktan bereket akmaya başlamış. Bahar görülmedik güzellikte renkler, kokularla açan yepyeni çiçeklerle gelmiş, yaz güneşi ürünlerin tadına tat katmış, sonbaharın hüzünlü yağmurları toprağı nemlendirmiş, kışın mavi karları ise doğanın üstünü bereketle örterek onu bahara hazırlamış. (S. 157)
- Bir insanı sevmek, onu, zayıflıkları, zaafları, yanlışlarıyla birlikte kabul etmek demekti.
- Ben zalimler çağında yaşayan bir alçaktım.