- ''Bildiğiniz gibi'' diyordu ''Allah Adem'i 4 maddeden yaratmıştır. Önce toprak kullanmıştı ama bu çok sertti ve çabuk parçalanıyordu. Toprağı toz haline getirerek ikinci bir element olan su ile karıştırdı. Toz ve suyun karışımından bir kitle yaptı ve bu kitleye insan biçimini verdi. Ama yaptığı figür çok dayanıksızdı ve en küçük bir dokunuşta şeklini yitiriyordu. Bunun üzerine, yaptığı insan figürünün dış kabuğunu kurutmak için ateşi yarattı. İnsan böylece kıvrak ve hareketli tene sahip olmuştu ama bedeni çok ağırdı. Bu nedenle göğsünün ortasından bir miktar malzemeyi geri aldı ve boş kalan yerin insan vücudunun sağlamlığını tehdit etmemesi için, oraya hava üfledi. Böylece dört ana maddeden oluşan insan vücudu, son şeklini aldı: toprak, su, ateş ve hava.'' ''İnsan vücudunun yaşam kazanması için'' diye devam etti hekim ''Allah ona bir ruh üfledi. Ruhun kaynağı ilahi olduğu için, vücudu oluşturan dört madde arasındaki uyum son derece büyük bir öneme haizdir. Maddeler arasındaki denge bozulur bozulmaz, ruh da kaynağına, yani Allah'ın kendisine geri döner. Maddeler arasındaki dengenin bozulması, dört çeşit ölüm biçimine neden olabilir. Eğer vücut bir yaralanma neticesinde çok fazla kan kaybederse, temel maddelerden olan su çok azalır ve ölüm gerçekleşir. Eğer birisinin boğazı sıkılırsa veya herhangi bir şekilde soluk alması engellenirse, vücudun hava maddesi ile olan ilgisi kesilir, kişi boğulur. Soğuktan donan birisi, vücudundaki ateş maddesi kaybetmiş olur. Ve sonunda, vücudu parçalanan bir kişinin sağlam maddesi dağılır ve ölüm, kaçınılmaz olur. Geriye kalanlar ise tıbbi ölüm adını verdiğimiz, gizemli ölümlerdir.
- Bilginin mümkün olup olmayacağından bahsettik. "Nihai bir bilgi imkansızdır dedi.Çünkü duygularımız bizi aldatır.Etrafımızı kuşatan yegane bağ zekamızın ürünü olan düşüncelerimizdir." Syf : 140
- Ve sonunda hayretle çok farklı yollardan da olsa ikimizin de aynı sonuca ulaşmış olduğunu gördük.Üstelik ben neredeyse dünyanın yarısını karış karış gezip durmuşken, o evinden dışarı adımını bile atmamıştı. syf :140
- Hasan Sabbah'ın vahşet planının temellerinin atıldığı sohbet..
- Biliyoruz ki biz ancak zerre kadar bir bilginin efendisiyiz. Kalan sonsuz büyüklükteki bilinmezliğin ise kölesiyiz. Bizi gökyüzünü seyre dalan bir böcekle mukayese edebilirim. Böcek başını kaldırıp gökyüzüne bakar ve " şu bitki sapına tırmanayım, oradan yıldıza yetişebilirim gibi gözüküyor " der. Sabahtan akşama kadar tırmanır, sonunda en yukarı çıktığındaysa tüm çabalarının beyhude olduğunu fark eder.Zemin sadece birkaç adım altındadır.Ama gökyüzündeki yıldız hala işe ilk başladığı andaki konumu kadar uzaktır. Üstelik daha yukarı tırmanmasını sağlayacak bir yol da yoktur. İnancını kaybeder. Kainatın sonsuz büyüklüğü karşısında hiçbir şey yapamayacağını idrak eder.Böylece tüm umudunu ve mutluluğunu da sonsuza kadar yitirmiş olur. syf:265
- Korkudan çıldıracak hale gelmişti "Demek ölümden sonra da bir şeyler varmış" demişti kendi kendine. Bu, tüm hayatı boyunca onu en çok korkutan şeydi.Zira yaptığı her şey ölümden sonra koca bir hiçlik bulunduğu düşüncesi üzerine bina edilmişti. Syf: 302
- Araf..
- "(...)Yani ulaşılacak nihai bir hakikat yoktu. O zaman ne yapmalıydık? Hiçbir şey bilemeyeceğini idrak edip, hiçbir şeye inanmayan biri bu durumda tutkularının peşinde arzu ettiği her şeyi yapabilirdi. (...) Kısa sürede ileri gelenlerin gerçeği kitlelerden bilinçli olarak sakladıkları kanaatine eriştim. Bencilce sebepler uğruna halkın cahil kalmasını arzu ediyorlardı."
- Esasen her türlü tarikat,mensuplarını aldatma üstüne kurulur. İnsanların idrak kabiliyetleri farklı farklıdır. Onları idare etmek isteyen biri bu kabiliyetlerin sınırlarını tespit ederek dikkate almaya mecburdur.
- ...Algılarımız duygularımızı,duygularımız da ruh halimizi etkiler. Hayatın kendi kendini yenileme mucizesi de bu degil mi zaten?