- Yüksek kurultayın uyduğu şu kural da anılmaya değer: Bir öneri geldiği zaman, hemen o gün üstünde tartışılmaz. Tartışma gelecek toplantıya bırakılır. Böylelikle, kimse ilk aklına gelen şeyleri gelişigüzel ortaya atmaz ve halkın yararını unutarak kendi düşüncesini savunmaya kalkışmaz. İnsan çok kez öne sürdüğü bir düşünceden vazgeçmeyi kendine yediremez. Yanıldığını açığa vuramaz. Kendi ününü kurtarmak için halkın yararını feda eder. Ayaküstü düşünmenin yarattığı bu büyük tehlike böylece önlenmiş ve kurultay üyelerine düşünmek için bol bol vakit bırakılmıştır.
- Utopia'lıların sabahtan akşama kadar koşu hayvanları gibi işe sarıldıklarını da sanmamalı. Böyle yorucu bir hayat, ruh için de, beden için de işkenceden ve kölelikten beterdir. Oysa, Utopia'dan başka yerlerde işçinin yürekler acısı durumu budur. Utopia'lılar günün ve gecenin yirmi dört saatini eşit parçalara bölmüşlerdir. Yirmi dört saatin yalnız altı saati işe ayrılmıştır: Üç saat öğleden önce yemeğe kadar; üç saat de, iki saatlik dinlenmeden sonra, akşam yemeğine kadar.
- Belki diyecekler ki bana: 'Günde altı saat çalışma halkın ihtiyaçlarını gidermeğe yetmez. Utopia yoksulluğa düşer.' Hiç de öyle değil. Tersine, altı saat çalışma bütün rahatlıkları bol bol karşıladıktan başka, ihtiyaçların çok üstünde bir ürün de sağlıyor. Başka memleketlerde nice insanların aylak gezdiklerini düşünürseniz, Utopia'da neden bunun böyle olduğunu anlarsınız. Halkın yarısı olan kadınların hemen hepsi bazı yerlerde aylaktır, kadınların çalıştığı yerlerdeyse hemen bütün erkekler. Hiçbir iş görmeyen bir sürü rahip ve din adamı da görülür. Bunlara, soylular ve derebeyleri denilen bütün zenginleri, bir de onların sürü sürü uşaklarını, giyimli kuşamlı, eli bıçaklı adamlarını ekleyin. Tembelliklerini uydurma sakatlıklar altında gizleyen sapasağlam sayısız dilenciyi de unutmayın. Göreceksiniz ki, alın terleriyle insanlığı besleyenlerin sayısı sanıldığından çok daha azdır. Gerçekten yararlı ve zorunlu işlerde çalışan insanların ne kadar az olduğunu düşünün.
- Utopia'da toplum kurumlarının amacı, her şeyden önce, halkın ve bireylerin ihtiyaçlarını gidermek, sonra herkese bedenin köleliğinden kurtulmak, düşüncesini özgürce işletmek, kafa yetilerini bilimler ve sanatlarla geliştirmek için mümkün olduğu kadar çok vakit bırakmaktır. Utopia'lılar için gerçek mutluluk işte bu düşünce gelişmesinin ta kendisidir.
- Herkes bilir ki, bütün canlı varlıklarda, açgözlülüğün nedeni ya korku ya da yoksulluktur. İnsanda ise, bazen yalnız kendini beğenmişlikten gelir açgözlülük. Çünkü faydasız ve boş şeyleri gösterişle ortaya serip, başkalarından üstün geçinmeyi şanlı bir iş sayar insanlar.
- Tabiat, o eşsiz ana, altın ve gümüşü yararsız, boş nesneler olarak çok derinlere gömmüş; oysa, havayı, suyu, toprağı, iyi ve gerçekten yararlı olan her şeyi gözler önüne sermiştir.
- Utopia'lılar aklı başında insanların, yıldızlar ve güneş dururken, bir incinin ya da bir elmasın cılız pırıltısına düşkünlüklerine şaşarlar.
- Peki ama başkalarına ettiğimiz iyiliği kendimize niçin etmeyelim? Tabiata aykırı gitmek değil mi bu? Çünkü iki yoldan birini tutmak gerek: Hoş yaşamak, dünyanın tadını çıkarmak ya iyi bir şeydir ya kötü bir şey. Kötü bir şeyse başkalarına onu sağlamak şöyle dursun, kimde varsa elinden almak, herkesi ondan korumak gerekir. İyi bir şeyse onu hem kendimiz için hem başkaları için isteyebiliriz, istemeliyiz de. Niçin başkalarına acıdığımız kadar kendimize de acımayalım? Kardeşlerimize iyilik etme eğilimini içimize sokan tabiat niçin kendimize karşı zalim, insafsız olmamızı istesin?
- Bir köpeğin bir tavşanı kovalaması niçin bir tavşanın bir köpeği kovalamasından daha zevkli olsun? Eğer hoşumuza giden kovalamaysa, her ikisi de bir kovalamadır. Ama avcılara asıl keyif veren bu değil, bir hayvanın ötekini parçalayıp öldürmesidir. Oysa insan nasıl olur da, bu kan dökmeden, güçlünün güçsüzü, zalimin masumu alt etmesinden, azgın bir köpeğin ürkek bir tavşanı parçalamasından zevk duyabilir?
- Önce de söylediğim gibi, hastalara büyük bir sevgiyle bakarlar. Yeniden sağlığa kavuşsunlar diye, ne ilaç esirgenir ne de besleyici yiyecekler. Çaresiz hastalıklara tutulanları avutmak için, yanlarına oturur, onlarla konuşur, ellerinden geleni yaparlar. Ama hastalık hem çaresiz hem de sürekli acı ve sıkıntı veren cinstense, o zaman rahiplerle yöneticiler başka bir yol tutarlar: Böyle bir hasta, hayatta artık hiçbir iş yapamadığı gibi, canlı bir ölü olarak yaşamakla, hem başkalarına yük olur, hem de kendileri acı çekerler. Bu dayanılmaz hastalıktan kurtulması (hayatı artık bir işkence olduğuna göre), ölüme razı olması için, hastaya öğütler verilir. Böylece hasta yüreklenerek, bir zindan, bir işkence olan belalı hayatından, ya kendi eliyle kurtulur, ya da başka birisinin bu işi yapmasına bile bile katlanır. Ölmekle hiçbir şey kaybetmeyeceği, acılarına bir son vereceği için, bunun akıllıca bir davranış olduğunu söylerler adama.