- İnsanlarla o kadar içten birlikte oluyoruz ki, bunun yaşam boyu sürecek bir bağ olduğunu sanıyoruz ve onlar birden bir anda gözden ve gönülden ıraklaşıyorlar, gerçek bu, diye düşündüm berjer koltukta.
- büyük kent söylendiği gibi kimseye kollarını açmaz, tam tersine onun içine giren mutsuzları, başarı peşinde olanları durmadan itmeye, yıkmaya yok etmeye çalışır...
- Derinliği olan hiçbir şey romantik değildir.
- ...aslında her zaman yalnızca böyle ciddiye alınmayan çok ciddi düşünceler vardır. Biz yalnızca böyle ciddiye alınmamış çok ciddi düşüncelerle düşünürüz, hayatta kalmak için...
- Olağandışı yeteneklerin bütün dünyada kaç milyonunun her gün yükseltilmediğini ve geliştirilmediğini ve en sonunda en üst düzeye çıkarılmadığını, bu yüzden de mahvolduğunu bilebilseydik! (133)
- Her şeye sahip olmuş, her şeyi duymuş ve görmüş, yetermiş bunlar. Artık kimseden bir şey duymak istemiyormuş. İnsanlar onu derinden iğrendiriyormuş, bütün insan toplumu onu derin bir düş kırıklığına uğratmış ve düş kırıklığı içinde yalnız bırakmış. (146)
- Pazar günleri, bizim ev cehennemdi, dedim. Uyanmak bile cehenneme gözlerini açmak gibiydi, dedim, elimi yüzümü yıkadığımda bir şeyi yanlış yapıyorum diye korkardım, o yüzden sabun elimden kayardı, dedim, yerlerde sürünürdüm onu aramak için, tir tir titrerdim, biliyor musun. Saçımı bile tarayamazdım, huzurum olmadığı için. Üzerimi giyinirken sürekli korku içindeydim, annem içeri girer de bilmediğim bir sebepten beni tokatlar diye, kemerimi göbeğime çok gevşek ya da çok sıkı bağladım ya da gömleğimin bir düğmesi eksik diye, pantolonumun çizgisi kırışmış ya da ağlak görünüyorum diye. Kahvaltıda her zaman tamamen hayattan bezmiş, hatta neredeyse kafayı yemiş halde boy gösterirdim, ailenin yüz karası olarak masaya otururdum. Onlar da bana hemen ve her seferinde ailenin yüz karası olduğumu hatırlatırlardı, neden bana isim koymuşlar ki diye düşünürdüm sık sık, daha baştan bana ailenin yüz karası deselerdi ya, hep öyle oldum, öyle de kaldım. (37)
- Deriz ki anne babamızı seviyoruz ama gerçekte onlardan nefret ederiz, çünkü bizi peydahlayanları sevemeyiz, mutlu insanlar değiliz çünkü. Mutsuzluğumuz mutluluğumuz gibi bize inandırılmış bir şey değil, mutluluğa günbegün inandırıyoruz kendimizi, böylelikle yıkanıp paklanmaya, giyinmeye ilk yudumu almaya, ilk lokmayı yutmaya cesaretimiz olsun diye. Hayat her sabah kaçınılmaz biçimde hatırlatıyor bize çünkü, anababamızın bizi nasıl bir kendini beğenmişlik ve hatta peydahlama büyülenmesi içinde peydahladığını ve sevinç ve fayda dolu olmaktan çok iğrenç, tiksindirici ve ölümcül olan dünyaya savurup oturttuğunu. Çaresizliğimizi bizi peydahlayanlara borçluyuz, sakarlığımızı, hayat boyu kurtulamadığımız zorlukları. Başlangıçta şu suyu içmen yasak, o zehirli denilmişti, sonra şu kitabı okumamalısın çünkü o kitap zehirli. Bu suyu içersen mahvolursun dediler, sonra bu kitabı okursan mahvolursun. Seni ormanlara götürdüler, karanlık çocuk odalarına tıktılar ruhunu ezmek için, öyle insanlarla tanıştırdılar ki hemen anladın onların seni yok edeceğini. Senin için ölümcül olan manzaralara baktırdılar seni. Seni zindan gibi okullara attılar, sonuçta ruhunu çekip aldılar içinden, kendi bataklıklarında ve çoraklıklarında öldürmek üzere. Böylelikle kalbin onlar tarafından daha erken bir zamanda kendi ritminden çekilip çıkarıldı, geri döndürülemez bir biçimde, doktorların dediği gibi hasta düştü sonunda, çünkü bu kalbe bir an bile huzur vermediler.
- Herkes yaşamak ister, hiç kimse ölmek istemez, bunun dışında her şey yalandır.
- her türlü şeyi deneriz, sonra hep yarıda bırakırız, birden bire onlarca yılı çöpe atarız.