- Bizler nefret etmeye, bela okumaya çok kolay ve çok çabuk alışıyoruz, nefretimizin ve okuduğumuz belaların en ufak bir haklılığı olup olmadığını zamanla sorgulamaz oluyoruz.
- Deriz ki anne babamızı seviyoruz ama gerçekte onlardan nefret ederiz, çünkü bizi peydahlayanları sevemeyiz, mutlu insanlar değiliz çünkü, mutsuzluğumuz mutluluğumuz gibi bize inandırılmış bir şey değil, mutluluğa günbegün inandırıyoruz kendimizi, böylelikle yıkanıp paklanmaya, giyinmeye ilk yudumu almaya, ilk lokmayı yutmaya cesaretimiz olsun diye.
Hayat her sabah kaçınılmaz biçimde hatırlatıyor bize çünkü, anababamızın bizi nasıl bir kendini beğenmişlik ve hatta peydahlama büyülenmesi içinde pehdahlandığını ve sevinç ve fayda dolu olmaktan çok iğrenç, tiksindirici ve ölümcül olan dünyaya savurup oturttuğunu. Çaresizliğimizi bizi peydahlayanlara borçluyuz, sakarlığımızı, hayat boyu kurtulamadığımız zorlukları. Başlangıçta şu suyu içmen yasak, o zehirli denilmişti, sonra şu kitabı okumamalısın çünkü o kitap zehirli. Bu suyu içersen mahvolursun dediler, sonra bu kitabı okursan mahvolursun. Seni ormanlara götürdüler, karanlık çocuk odalarına tıktılar ruhunu ezmek için, öyle insanlarla tanıştırdılar ki hemen anladın onların seni yok edeceğini. Senin için ölümcül olan manzaralara baktırdılar seni. Seni zindan gibi okullara attılar, sonuçta ruhunu çekip aldılar içinden, kendi bataklıklarında ve çoraklıklarında öldürmek üzere. Böylelikle kalbin onlar tarafından daha erken bir zamanda kendi ritminden çekilip çıkarıldı, geri döndürülemez bir biçimde, doktorların dediği gibi hasta düştü sonunda, çünkü bu kalbe bir an bile huzur vermediler. - İnsan en başında huzurlu, dedim, anababası onu huzursuz yapıyor, anababa düzeni yüzünden ki o da dünyanın düzeni zaten, herkesinki öyle. Bu yüzden doğal olarak huzurlu insan yok, dedim herkes huzursuz, huzur aramaları da delilik. Bu deliliğe kapılıyorlar zaman zaman, huzur arama deliliğine, ama huzur yok, çünkü insan huzursuzluğun ta kendisi, nereye giderse orada huzursuzluk var, gitmediği yerde de bulamaz onu.
- Kütüphaneye gitmiş ve raflardan felsefi bir kitap çekip almıştım, bir suç işlediğimin bilincindeydim çünkü onların gözünde kütüphaneye girmek bile bir suçtu hele raflardan bir kitap çekip almak çok daha büyük bir suç, onlardan ayrılıp kendi başıma kalmak istememin bile suç olarak değerlendirildiği düşünülürse.
- Uzun süre tasarlanmış bir intihar, diye düşündüm, umutsuzluğun birden ortaya çıkarttığı bir eylem değil.
- Sosyalizm sözcüğü kadar hiçbir sözcük beni iğrendirmez oldu, bu kavramı ne hale getirdiklerini düşündüğümde. Her yerde bizim baş belası sosyalizmi, sosyalizmi halka karşı sömüren ve onu zamanla kendileri gibi adileştiren sosyalistlerin.
- Babamızı bizi döllediği için, anamızı bizi doğurduğu için, kız kardeşimizi de sürekli olarak mutsuzluğumuzun tanığı olduğu için affetmeliyiz.
- Var olmak umutsuzluğa düşmekten başka bir şey değildir ki.
- Var olmayı bile beceremiyoruz, çünkü var olmuyoruz bile, var olunuyoruz!
- Onu çeken, insanların mutsuzlukları içindeki halleriydi, insanların kendileri değildi, mutsuzluklarıydı ve insanın olduğu her yerde buna rastlıyordu.