- Kurallar doğrultusundaki bir yaşam yalnız ve yalnız durgunluktur.
- Ben deliliğin derin boyutunu tanıyorum, diyorum. Akıl ve delilik arasındaki o ince çizgiyi. Önümde açılan puslu Akdenizin gökyüzüyle birleştiği ufuk çizgisi gibi. Denizin nerede bittiği, gökyüzünün nerede başladığının belirlenmediği sınır çizgisi gibi. Artık kimse karşıma çıkıp, bana bencil olduğumu söylemesin. Her 'ben' bencildir, her 'kır' kırsal olduğu gibi.
- Öyle bir aşk yaşamışındır ki, bir daha artık böylesini yaşayamam dersin. Aşk sözcüğüne anlamını veren, bedeninin tüm hücrelerinde, sinirlerinin her atomunda duyduğun bir duygudur. Sonra bir gün, bir rastlantı, yeniden aynı heyecan, aynı coşku, aynı yoğunlukta yaşanan anlar... İnanamazsın. Bir düşteyim sanırsın. Kitaplar da benim için böyledir. Eski aşklara dönemezsin, ama eski kitaplara dönebilirsin. (Kitapların ölmezliği buradan mı gelir?)
- Çok şuurlu bir delilik ve çok büyük bir espri, Beckett'i aşan bir absürd içindeyim.
- Son mektubunda bana, "Her yerde sıkılan, çekilmez bir adam olduğumu anladım, bu bana acı veriyor." diye yazıyor. Böyle bir adama verecek bir inancım, umudum yok ki benim. Ben de her an boşlukla yüz yüzeyim. Ama umurumda değil. Böyle olmasa ne olabilirdi sanki? Ama en zoru -bu durumda iki kişinin bir aradaki Cehennem Dansı.
- Sana ne yazabilirim ki?
Ben kendim için yazmak istiyorum.
Olmuyor. - - Çok sıkılıyorum Tezer, anlıyor musun? diyor.
- Hayır, sıkıntının bu değin ilerisini anlayamıyorum, diyorum. - En çok ve en uzun sana inandım.
- 'Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi ? '
- Bence eleştirmenlerden daha dikkatle okuyan okuyucular var. Kaç kişiler, bilmiyorum. Ama geçende ölen, beni de özellikle gençlik yıllarımda bir hayli etkileyen Michaux, bir dostuna şöyle demiş: "İki bin okuyucum var. Şimdi bunu yirmi bine çıkarmaya çalışıyorlar. Ne gereği var?"