- "Bu baygınlık olamazdı ve bu hisler, bir rüya görüyor olduğumu düşünebilmem için fazlasıyla... gerçekti. O halde bana neler oluyordu? Kimdim? Ve bu bir rüya değilse neydi?"
- "Gıcırdayan tekerleğin aptal ritmi kesildi ve hareket durdu. Etrafımı saran ve kauçuk gibi kokan şeyden bir hışırtı duyuldu. Bir ses sordu: "Hangisi dediler?" Bir duraksama. İkinci ses: "Dörttü sanırım. Evet, dört."
- Tekrar hareket etmeye başladık ama bu kez daha yavaştı. Artık hafif ayak sesleri duyabiliyordum. Muhtemelen yumuşak tabanlı ayakkabılar, belki spor ayakkabı giyiyorlardı. Beni tekrar durdurdular. Hafif bir tıkırtının ardından bir uğultu oldu. Galiba açılan kapının havalı menteşesinin çıkardığı sesti.
- "Neler oluyor? diye haykırdım ama haykırışım sadece beynimde kaldı. Dudaklarım kıpırdamıyordu. Dudaklarımı ve ağzımın içinde hareketsiz duran dilimi hissedebiliyor ama kıpırdatamıyordum.Üzerinde yattığım şey tekrar ilerlemeye başladı. Tekerlekli bir yatak mıydı? "
- "Daha doğrusu bir sedye. Uzun zaman önce, Lyndon Johnson'ın Asya'daki lanet olası küçük macerasında bunlarla bir deneyimim olmuştu. Anladığım kadarıyla bir hastanedeydim, başıma yirmi üç yıl önce neredeyse hadım olmama sebep olacak patlama gibi kötü bir şey gelmişti ve ameliyat edilecektim. Bu fikir, içinde pek çok akla yatkın yanıtı barındırıyordu ama hiçbir yerim acımıyordu. "
- "Üçüncü bir ses: "Bu tarafa, çocuklar." Tekerlekli yatağım yön değiştirdi. Bu arada kafamın içinde aynı soru yankılanıyordu. Başımı ne tür bir belaya soktum?"
- İkinci ses (tam başımın üzerinden): "Bugün çok güzel görünüyorsun, doktor." Dördüncü ses (bir kadına ait ve serinkanlı): "Senin tarafından beğenilmek her zaman çok hoş, Rusty. Biraz acele edebilir misin? Bebek bakıcısına yediden önce evde olacağımı söyledim. Ailesiyle yemeğe çıkacakmış."
- "Yediden önce, yediden önce. Demek hâlâ öğle sonrası, belki akşamüstüydü ama ben zifiri bir karanlığın içindeydim. Neler oluyordu? Daha önce neredeydim? Ne yapıyordum? Neden telefonlarla boğuşmuyordum?"
- "Çünkü bugün cumartesi, diye fısıldadı derinde bir ses. Sen... sen..."
- "Sonsuz bir karanlık içinde, havadaydım, Hey, sakın beni düşürmeyin, belim iyi sayılmaz, demek istedim ama dudaklarım ve çenem yine kıpırdamadı; dilim hâlâ ölü bir köstebek gibi ağzımın içinde duruyordu. "