- Bir gün camideki odasında, "Hamid" demişti, "görüyor musun ben nurlar içinde kalmışım" ve eklemişti, "Nurs köyünde doğdum, annemin adı Nuriye, hocamın ismi Nuri, kaldığım cami Nurşin, bak burada da Osman-ı Zinnureyn yazıyor" duvardaki levhayı göstermişti.
- Belki de söz var olduğundan beridir ki insan sorar kendine: neyi, niçin ve nasıl yazmalı? Kelimeler hecelere, heceler harflere, cümle harfler elife, elif nihayet nokta'ya varıncaya dek yazmaktır hattatın ömrü. Okumak dinlemektir yaratılanın hikâyesini, yazmak anlatmaktır insanın menkıbesini. Bütün ömürler sonunda hiçliğe varır, yazan da okuyan da he'nin Yusuf misali güzelliğinde yol alır hiçliğe, hepimizi kuşatacak olan o nihai boşluğa. Sadık Yalsızuçanlar da insanın menkıbesini anlatıyor bize, kendi menkıbesini aslında ve sorulduğunda yazının sebebi, diyor ki:ve Allah kaleme "yaz" buyurdu. Kalem "ne yazayım" dedi. Allah "yarattıklarımın bilgisini yaz" buyurdu, "kıyamete dek olacakların tümünü yaz."
- Aşk bir bilgi kaynağıdır, bilgi getirir. Aşkın ardından bilgi gelir. İşte bununla ilgili bir hadiste, 'Beni talep eden, Beni arayan Beni bulur. Beni bulan Beni sevmeye başlar. Beni seven Bana âşık olur. Bana âşık olan Beni bilir, Beni bilen Beni sever. Her kim ki beni severse, Bana âşık olursa Ben de ona âşık olurum. Ben kime âşık olursam onu öldürürüm. Ben kimi öldürürsem de diyetini ödemem benim üzerime farzdır. Ben kimin diyetini ödeyeceksem onun diyeti de bizzat Benim.' buyrulur. Burada da görüldüğü gibi aşkın son noktasında bir ölüm teması işlenmektedir. Bu fiziki ölümden ziyade bir fani oluş hikâyesidir.
- Tasavvufta deniz remzi-sembolü aslında vahdet âlemini, o sonsuzluk âlemini temsil eder, teşvik eder, benzetir. Vahdet âlemi de deniz gibi sonsuz, kıyısı olmayan derin bir âlemdir. Arif kimseler için kullanılan gavvas yani dalgıç tabiri de işte bu derin denize dalarak o denizin içindeki inci, sedefi bulup çıkarma gücünde o ciğere, o akciğere sahip olan kimseleri ifade ediyor. Bu sebeple âşık, aslında hedefini, gayesini bulabilmek için o derin bahre dalarak bahrin içerisindeki inciyi, yakutu bulmaya çalışan bir kimse olarak tarif edilir.
- Aşk, iki ayrı parçayı bir araya getirinceye kadarki aktif unsur olduğundan dolayı bunun iki fert arasındaki, iki insan arasındaki çalışmasına baktığımızda, -iki insanın, birbirine âşık olan, birbirini seven insanın, birbirine doğru olan çekim kuvvetinin adı olursa eğer aşk- bu durumda aşkın vazifesi vuslata kadar, yani o iki ayrı parçayı birbirine kavuşturuncaya kadar şiddetini sürdürecektir. Ancak vuslat gerçekleştikten sonra, o ayrılık artık beraberliğe dönüştükten sonra aşk kendi içinde bir dönüşüme uğrayarak sufilerin diliyle bir marifete, bilgiye yerini teslim eder.
- Bizim kendi hayatımıza ilişkin talep ettiğimiz her şey, bu taleplerimizi gerçekleştirsek bile, ancak bunu anlatabilecek bir kadın varsa anlamlıdır. Yani büyük bir orduyla büyük bir savaşa çıkalım, muzaffer olarak dönelim, bu bile amaç değildir. O zaferi anlatacak bir kadının olması önemlidir. Hegel der ki: "Tarih, kabullenme, kabullenilme isteğinin tarihidir. Tarihi yaratırken de, tarih içinde yürürken de bir kadın tarafından kabullenildiğimiz oranda bütün bunlar anlamlı olur. Dolayısıyla burada erkeklik, kadınlara göre daha bağımlı bir kategoridir.
- Acılar dünyadan ne büsbütün kaldırılır, ne insan büsbütün acıya boğulur, bıktırmamak için acıların yüzüne biraz tebessüm sürülmüştür o kadar.
- Antik bir masalın akışında ölüyorum.
- "Mekânı olan her nesne gibi kalemin de zamanı var. Zamansallığı aşmak üzere hokkaya, nun harfine dalıyor, oradan aldığı mürekkeple yine ayrı bir nesne olan kağıda yokluktan harfler düşürüyor. Harfler var olurken kendisi ve kağıt yok oluyor. Kalemle harf varlığın iki yüzü. İçi ve dışı. Kalem, mürekkep ve kağıt dış, harfler iç. Varlığın özünü taşıyor kağıda. Bıraktı maktayı masaya. Makta... kesilen yer... kesilen, biten yer. Burada kesiliyorsa bir yerlerde başlıyordu kalem. Kalem kesilmeden başlayan bir şey değildi." "Hiç"
- "İnsan insanın hiçbir şeyi değildi. İnsan vardı ve ondan önce harfler vardı. Harfler vardı ve ondan önce Elif vardı. Elif vardı ve ondan önce nokta vardı. Noktadan önce O vardı. O'ndan önce bir şey yoktu. O'ndan sonrası yoktu. Öncesiz sonrasızdı O. Her şey noktadan çıktı. Nokta açıldı elif oldu elif açı?dı insan oldu insan açılınca ne oluyordu ? N'olacak bu memleketin hali diye bağırıyordu mikrofana eminönün'deki adam arkadan bir başkası uzanıyor itmesene be kardeşim öteki yandan sokuluyor vatandaş aç nerede devlet n'olacak bu memleketin ... Üç nokta koyunca muhabbet uzayıp giderdi. " "Hiç"