- Sıkıcı bir şey: Cinsel ilişki anında, iki kişi yalnızlıklarından kurtulmak için birbirine yapışır, herkeste aynı delice kıpırdanışlara bir kapıdır bu, ve yavaş yavaş ölümün derinliklerine yönelmiş bir pişmanlıkla karışıktır...
Yalnız ölüm yalan söylemez! Ölümün varlığı bütün vehim ve hayalleri yok eder. Bizler ölümün çocuklarıyız, hayatın aldatmacalarından bizi o kurtarır. Hayatın derinlerinden seslenir, yanına çağırır bizi. Ve biz, henüz insanların dilini bile anlamadığımız yaşlarda, ara sıra oyunlarımızı yarıda kesiyorsak, bunun nedeni, ölümün seslenişini duymuş olmamızdır... Ömrümüz boyunca ölüm bize el eder, çağırır bizi. Her birimiz ansızın, sebepsiz düşüncelere dalmıyor muyuz, bu hayaller bizi öylesine sarıyor ki zamanı, mekanı farketmez olmuyor muyuz? İnsan bilmez bile ne düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı hatırlamak, düşünmek mekanı farketmez olmuyor muyuz? İnsan bilmez bile ne düşündüğünü; ama sonra kendini ve dış dünyayı hatırlamak, düşünmek için toparianmak zorundadır. Bu da bir sesidir ölümün. - Sen sanıyor musun ki ölüm isteği yaşama isteğinden daha zayıf? Aşk ve ölüm iç içe olmuş hep. İnsanoğlu yaşam savaşı verirken, aslında ölümü arzu edegelmiş. Bugün özgür kalmış; rahat bir yaşam için her şey temin edilse bile, yine de içindeki ölüm isteği zayıflamamış hatta daha bir güçlenmiş. Kendi kendini yok etme ve toplu olarak yok etme şeklini almış.
- Yeryüzünde bir kaçış umudu var. O da ölüm, ölüm! Fakat burada ölüm de yok. Bizler mahkumuz; duyuyor musun? Kör bir iradeye mahkumuz. Günlerce, aylarca, yıllarca bir köşede
burada ölüm de yok. Bizler mahkumuz; duyuyor musun? Kör
bir iradeye mahkumuz. Günlerce, aylarca, yıllarca bir köşede
büzüşüp kaldığın, yazın uzun günlerinde, sonbaharın yağmurlu
ve kasvetli günlerinde, dolu, güneş, kar, tipi altında kendi
cesedinin parça parça çözüldüğünü, akbabaların senin cesedin
için dolaştıklarını görürsen, o zaman hatırlarsın sözlerimi. - Demek istediğim;
kötü eğitiliyoruz biz. Bütün sakatlıklar, daha çocuk yaşta beyinlerimize doldurulan, herkesi öbür dünyaya yönlendiren hurafelerden
kaynaklanıyor. Bu dünyayı bırakıp mevhum bir fikre yapışmışız. Öbür dünyadan dönüp de bize haber getiren var mı acaba? Anamızdan doğduk mu, ölene kadar ahiretimiz için ağlıyoruz. Yaşamak mı denir buna? - - Danzig'de tanıştığın kızı mı diyorsun?
- Evet, onu.
- Onu benden çok mu sevdin?
- Ona benzediğin için sevdim seni. Onun hayaliyle seni öpüp kucaklıyordum. Yanımda o var diye düşünüyordum. Hayalimdeki mevhumu temsil ederken, o hatırayı bulandırdığın
için bozuştum seninle.
- Erkekler ne kadar kıskanç ve kendini beğenmiş oluyor!
- Kadınlar da yalancı ve müzevirler.
- Ben senin değil miydim; kendimi sana teslim etmedim mi? Neden kendi sözünle bir mevhuma önem veriyorsun? İki günlük dünyada biz de bir zaman sonra toprak olacağız. Niçin saçma sapan sözlerle vaktimizi öldürelim? Geriye kalacak olan, sadece mutluluk; vakti ganimet bilmeliyiz. Gerisi hep fasa fiso. Sonra pişmanlık fayda etmez.
- Pişmanlıkmış ... Bu lafı yürekten söylemiyorsun. Ruhunuz o kadar özgür değil; başkalarının lafını takılmış plak gibi tekrarlayıp duruyorsunuz. - Kısacası ne yapılabilir? Yazgım benden daha güçlü.
- Butimar;
bir kuştur, deniz kıyısına çöker, denizin bir gün kuruyacagını düşünür, bu tasa yüzünden de su içmez hiç.
"Butimar gibi olan insan daha iyi insandır." - Çıkmaz canımdan korkuyordum. Bu imtiyaz ve üstünlüğü kolay kolay kimseye vermezler. Hiç kimsenin böylesine ucuza ölmeyeceğini biliyordum.
- Hatırlıyorum, akrebin, etrafında ateş yaktıkları zaman kendini sokarak öldürdüğünü duydum. Acaba benim etrafımda ateşten bir halka yok mu?
- Sen benim için başka birinin mazharıydın. Biliyor musun, kendi varlığımızın dışında başka bir gerçek yoktur. Bu konu aşkta daha iyi anlaşılıyor. Çünkü herkes kendi tasavvur gücü ölçüsünde bir başkasını sever. Bu kendi tasavvur gücünden kaynaklanır. Haz duyar bundan ama gözünün önündeki kadından değil. Onu sevdiğini sanır. O kadın kendi gizli tasavvurumuzdur; gerçekten çok farklı bir mevhumdur.