- Ne var ki, kolay genellemelerin ardından kolayca kınayıcı bir karşı koyma tavrıyla karşılaşılabilmektedir.
- Asrı saadetten yarım yamalak öğrenilen münferit bilgileri, bazıları tek düstur halinde genelleştirmekten hoşlanıyor.
- Asrı saadetin yöntem konusunda ne kadar esnek örneklerle dolu olduğu gözden kaçırıldığında hoşa giden tek örneğe bakarak yapılan genellemeler keyfi sonuçlara ulaştırabilir.
- Bugünkü insanın Kur'an'la doğrudan temasa geçmesini engelleyen maniaları ortadan kaldırmaya çalışmalı. Bir kez Kur'an'la ''doğrudan'' temasa geçen, onu olduğu gibi kavrayabilen bir kafa yapısına sahip olduktan, Vahiy ve Sünnet formasyonunu kazanmış bir kafa yapısını edindikten sonra, dünyanın bütün kütüphaneleri sizin olsun! O zaman, bu gün bizi uğraştırdıkları meselelerin mesele olma haysiyeti taşımadığını sanırım daha derinden kavrarız. Ne var ki Müslümanlar Batı uygarlığına ait zihniyeti benimseme süreciyle, aynı zamanda İslam'ı anlamak hususunda tehlikeli bir dönemece girmiş oldular.
- Batı anlayışının zihinlere bulaştırdığı bakışla İslam'ı anlayamayız. İslam'ı bugün öyle kavramak zorundayız ki, kendimizi şimdiye kadar İslam hakkında hiçbir şey bilmiyormuşuz gibi farzedeceğiz. İlk Müslümanlar nasıl Müslüman olmuşlarsa, biz de onların yolunu izleyeceğiz. Bütün önyargılarımızı, cehalet döneminden kalma bütün zihni ve ameli alışkanlıklarımızı terketmeyi deneyeceğiz.
- Anayasalarına 'bu devlet İslamidir' diye hüküm koyan ülkelerin bile aslında İslam devleti olmadığını bilmemiz gerek. İslami devlet uygulamasının yüzdesi yoktur, yani yüzde on, yüzde elli, yüzde doksandokuz oranında bir İslam düzeni düşünülemez. Böyle bir devlet Anayasasına 'devlet İslamidir' diye hüküm koysa bile İslam-dışı kurumlara göz yuman, böyle kurumların işlemesini kanunen tecviz eden bir ülkede İslami uygulamanın sözü edilemez. Çünkü İslam düzeni, kendine özgü uygulamasında, kendi sistemi içinde başka bir yabancı unsurun bulunmasını kabul etmez. Yani o ya vardır, ya yoktur. Yüzde şu kadar İslamidir denemez, bunu demek örtülü olarak onun yokluğunu söylemek anlamına gelir.
- Müslümanların halen içinde yaşadıkları gerçekler, aslında onların yaşaması gereken gerçekler değildir. Müslümanlar, halen dünyanın her yerinde kendilerine ait olmayan bir hayat tarzı içinde yaşamaktadırlar. Fakat mevcut durum, bu kendine ait olmayan bir hayat tarzı içinde yaşama gerçeği, o kadar kanıksanılmış ki, gelen her yeni nesil mevcut 'gerçekle' dünyaya gözlerini açtığından, bu gerçeği aynı zamanda Müslümanların içinde yaşaması gereken olağan ve doğru bir durum diye algılayabilmektedir.
- Kapitalist Batı'da olsun sosyalist Batı'da olsun Türkiye ve benzeri ülkeler için bir takım ''iktisadi kalkınma'' programları hazırlanmıştır. Bu programların çoğu ''İktisadi kalkınma'' adı verilen bir ''bilim'' çerçevesinde öngörülmektedir. Aslında Batı için mesele olan şey, geri kalmış diye baktıkları ülkelerin derdine derman olmak değil, fakat mevcut sömürü düzeninin sürdürülme imkanlarını ''bilimsel bir tabana'' oturtma endişesi ve gayretidir. Nitekim ''Kalkınma İktisadı'' adı verilen varsayımlar en başta ''geri'' dediği ülkelerin onulmaz bir kısır döngü içinde bulunduklarını ispat etmekle konuya girerler. Binlerce sayfalık incelemelerinin, araştırmalarının hiçbir satırında bu ülkenin çocuklarına ümit verebilecek bir tek satıra bile rastlayamazsınız.
- Dilimize git gide yerleşmekte olan ''din adamı'' sözü artık hemen herkes tarafından yadırganmadan kullanılabilmektedir Müslümanlar tarafından böyle bir tamlamanın artık yadırganmadan kullanılabilmesi, göründüğünden ve sanıldığından çok daha önemli bir anlamın ifadesi olmalıdır. Bu sözler, Müslümanların farkında olmadan, bir başka kültürün diliyle konuşmaya başladıklarının, kendi terimleri yerine bir başka kültürün terimlerini ikame ettiklerinin göstergesidir. İslam'da ''din adamları''ndan bahsedilmesi, din adamı diye bir sınıfın, bir mesleğin mevcut bulunduğu izlenimini uyandırmaktadır.
- Din kelimesi daha değişik sıfatlar alarak da kullanılmaktadır. ''Din adamı'' gibi, mesela ''dini ibadetlerimiz'' veya ''dini günler'' vs. ifadelere de rastlanmaktadır. İlk bakışta yanlışlığı hissedilmeyecek kadar örtülü olan bu ifadelerin altında da, dini, dünya işlerinden veya dünyadan ayrı gören bir telakkinin varlığı kabul edilmelidir. Bütün bu çeşit ifadeler, terkipler, tamlamalar Batı kültüründen geçme terimlerdir. ''Dini ibadet'' derken sanki dini olmayan bir ibadet biçimi varmış gibi veya daha kötüsü davranışlarımızın bir kısmı ibadet hükmünde, diğer bir kısmı ibadetin dışında kalıyormuş gibi bir izlenim uyandırılmaktadır. İbadeti Hıristiyanlıkta olduğu gibi, bir seromoni, bir ayin olarak telakki edenler için mesele yok elbet. Fakat hakkını vererek yaşayan bir Müslüman için ibadet olmayan, ibadet hükmüne geçmeyen hangi davranış vardır?