- Çünkü mutludur, kendilerinden uzaklaşmamış olanlar sessizce, çatısız, yağmurun altında duranlar...
- Nasıl uzaklarda her şey ve geçip gitmiş! Bana öyle gelir ki, o aydınlığını aldığım yıldız ölü binlerce yıldır. Bana öyle gelir ki, şu geçip giden kayıkta korkunç bir şey dendiğini duydum. Evde bir saat vurdu ... Hangi evde? .. Yüreğimden çıkıp gitmek isterim büyük göğün altında. Dua etmek isterim. Bütün yıldızlardan biri gerçekten var olsa gerek daha. Bana öyle gelir ki, bileceğim ancak hangisi devam etmekte, hangisi beyaz bir şehir gibi durur ışınların ucunda gökte ...
- Akşam soyunur giysilerinden ağır ağır, kendini yaşlı ağaçlar çevresinde tutan; bakarsın: ülkeler usulca senden ayrılır, biri gök yolcusuclur işte, biriyse batan; ve bırakırlar seni, hiçbirinin değilsin, karanlık değilsin öyle bir ev gibi, susan; değil sonrasızlığa adanmışlığın kesin, o şeyler gibi, her gece yıldızlaşan, ağan; ve bırakırlar sana (dile gelmez, karışık) hayatını: korkulu, devce, olgunlaşarak öyle ki, bazen sınırlı bazen kavrayarak, taş olur içinde sırasıyla, yıldız artık.
- Dünya sevgilinin yüzündeydi - ama birden boşanıverdi: kavranmaz artık, dünya dışarda şimdi. Neden içmedim, o zaman, elimle kaldırdığımda sevgilinin dalgın yüzünden dünyayı - öyle yakınken, kokusunu tattım da? İçtim, ah, içtim de kanmadım bir türlü. Yalnız, öyle dolu, dopdoluydum ki dünya ile ben - taştım içerken.
- Vakti gelmedi mi, sevgide kendimizi sevgiliden kurtarmanın ve titreyerek katlanmanın: nasıl katlanırsa ok yaya, gerilen fırlayışta kendinden arta birşey olmak için. Kalmak nerede var ki ...
- "... öyle hissediyorum ki, ruhunuzun derinliklerinde kendilerine özgü bir yaşam sürdüren sorunlarınıza ve duygularınıza yanıt verecek bir kimse hiçbir tarafta bulunmamaktadır; çünkü çığırtkanlıktan alabildiğine uzak, adeta dile getirilemeyecek bir nesneyi yorumlayan sözcüklerin seçiminde en şaşmaz kişiler bile yanılgıya düşer. Ama ben, şimdi benim gözlerimi dinlendiren nesnelere sizin de tutunmanızın yine de sizi bir çözüme ulaştıracağı kanısındayım. Doğaya tutunur, ondaki yalınlığa, onda pek kimsenin fark etmediği, ama ansızın bir büyüklük kazanıp ölçülemeyecek boyutlara varabilen küçük nesnelerden ayrılmaz, değersizmiş izlenimi uyandıran nesnelere karşı bir sevgiyi içinizde besler ve bayağı bir hizmetkar gibi uğraşıp yoksul ve zavallı görünen nesnelerin güvenini kazanmaya bakarsanız, her şey sizin için kolaylaşır, bir tutarlılığa kavuşur, şu ya da bu yoldan daha barışçıl nitelik kazanır, us' ta değil belki, enikonu şaşkın geride kalır us, ama bilincinizin en iç kesiminde, ayıklığınızda ve bilgilerinizde bunların gerçekleşir hepsi. Henüz pek gençsiniz, işin hayli başındasınız henüz; dolayısıyla sevgili Kappus, yüreğinizdeki çözülmedik sorulara karşı sabrı elden bırakmamanızı, soruların kendilerini dışarıya kapalı odalar, pek yabancı bir dilde yazılmış kitaplar gibi sevmenizi dilimin döndüğü kadar rica edeceğim sizden. Bugünden kalkıp birtakım yanıtlar ardında koşmayı bırakın lütfen; aradığınız yanıtları ele geçiremeyeceksiniz, çünkü onları yaşayacak duruma gelmediniz henüz. Oysa her şeyi yaşamaktır önemli olan. Siz de şimdilik soruları yaşayın. Belki giderek öyle olur ki, uzak günlerin birinde kendiniz de ayrımına varmadan yanıtlardan içeri yaşamalara başlarsınız. Kim bilir, belki ruhunuzda, yaşamın özellikle mutlu ve arı bir biçimi sayılan yaratma ve biçimlendirme yeteneği saklı yatmaktadır; bunu düşünerek eğitmeye çalışın kendinizi, ama karşınıza çıkacakları büyük bir güvenle alıp benimseyin ve baktınız ki salt sizin isteminizden geliyor bu, içinizdeki herhangi bir zorunluluktan kaynaklanıyor, sırtlanmaya çalışın bu yükü, hiçbir şeyden nefret etmeyin. Şehvet güç bir şeydir, doğru. Ama bizim omuzlarımıza yüklenen ödev güçtür zaten, hemen her ciddi şey güçtür, ciddi olmayan bir şey de yoktur. Bunu bilir de kendinizde, kendi yeteneğinizden ve micazınızdan, kendi deneyiminiz, çocukluğunuz ve gücünüzden kalkarak cinsellikle aranızda bütünüyle kendinize özgü (alışılmışın, gelenek ve göreneğin etkisinden bağımsız) bir ilişki kurarsınız, kendinizi yitirmekten korkmanız için, mülklerin bu en değerlisine layık olamama gibi bir korkuya kapılmanız için neden kalmaz artık."
- Çünkü bizler duydukça azalıyoruz, bizler geçiyoruz verdiğimiz solukla; közden köze hafifliyor kokumuz. Belki biri çıkıp diyecek: Evet, içimde kan oluyorsun, bu oda ve bahar seninle doluyor... Neye yarar, bizi tutamaz o da; onun içinde, onun çevresinde eksiliriz. Ya onlar, güzeller, onları kim tutabilir? Yüzlerinde o görünüş aralıksız belirip siliniyor. Bizim olan gidiyor bizden sabah çimeninde çiy gibi, ısısı gibi ısıtılmış bir yemeğin. Nereye, ey gülümseyiş? Ey bakış: Yeni, sıcak, tutulmaz dalgası yüreğin;? yazık: İşte buyuz biz. Dağılıp eridiğimiz evren boşluğunda kalır mı ardımızdan bizim tadımız?
- Aceleye gelmiş planlardan söz ediyorsunuz, değil mi? Çok fazla plan yapılmış olamaz mı, halâ dikkate alınmayı bekleyen bir tanesi, bu büyük ilerleyişten önce gelen daha yakın bir plan yok mu? Bana yazarken içinde bulunduğunuz halet-i ruhiye içinde büyük kararlar alınamaz. Her şeyi yaptığınız takdirde, henüz hiçbir karara varmamanızı salık veririm. Sanki hiçbir şeye erişilmemiş, her şeye yine en baştan başlamalıymış gibi geliyorsa, araya mutlaka bir tatil, bir soluklanma, küçük de olsa, sıkıntılar arasında bir aldırmazlık sıkıştırmanız gerek.
- Yapabildik mi hiç, bizler birer gölge ve tasarı, aceleyle olgun ve hemen soluveren davranışlarımızla bozabildik mi o kayıtsız yazların umursamazlığını?
- Çağır beni senin o saatlerinden birine, sana hep durmadan karşı çıkan: Bir köpeğin yüzü gibi yakın yalvarırcasına ama geriye çevrilen hep tekrardan, onu sonunda yakaladığını sandığın zaman. Böylesine senindir sana en uzak olan. Özgürüz biz. Tam da terk edildik o anda hoş karşılanacağımızı düşündüğümüz zaman. Korka korka tutunacak bir yer isteriz, bizler eski olan için bazen çok genciz ve çok yaşlı, hiç olmamış olan için. Bizler, her şeye rağmen överken, adaletliyiz çünkü, ah, biz hem dalız hem baltayız ve olgunlaşmakta olan tehlikedeki tatlı giz.