- Sanki arkandan geliyorlarmış gibi tüm vedalaşmaların önünden yürü!
- İnsana yakın olan yalnızca kendi iç dünyasıdır; başka her şey uzağındadır onun.
- Yoksul insanlar, düşünceye dalmışlarsa rahatsız edilmemelidir. Bakarsınız, düşündükleri şeyi bulurlar.
- Rastgele ölüyorsunuz, çektiğiniz hastalığın ölümüyle ölüyorsunuz (çünkü bütün hastalıklar bilineli beri, çeşitli ölümlerin insanların değil, hastalıkların eseri olduğu belli bir şey; hastalar için yapacak bir şey kalmadı adeta).
- Oturuyor ve bir şairi okuyorum. Salonda pek çok insan var, ama farkına varılmıyor. Kitapların içindedirler. Bazen uyuyan ve iki rüya arasında sağından soluna dönen kimseler gibi, yapraklar arasında kımıldıyorlar. Ah, kitap okuyanlar arasında olmak ne güzeldir. İnsanlar, niçin hep böyle değiller? Birinin yanına gidip hafifçe dokunabilirsin: Hiçbir şey duymayacaktır. Ayağa kalkarken yanındakine bir parça çarpar ve özür dilersin, sesin geldiği yana bakar, başını kaldırır, ama görmez seni ve saçları uyuyan bir insanın saçları gibidir. İnsan için ne hazdır bu. Oturuyorum ve bir şairim var. Ne talih!
- Oturuyordum ve görünüşüm öyle korkunçtu ki herhalde, hiçbir şey benden yana çıkmayı göze alamıyordu. Yakmakla daha demin kendisine bir yardımda bulunduğum lamba bile oralı olmuyordu. Sanki bomboş bir odada yanıyormuş gibi, kös kös yanıyordu. Bu durumda son ümidim pencerede kalıyordu. Orada, dışarıda, şimdi bile, ölümün bu ani yoksulluğunda bile bana ait bir şey bulunur kuruntusuna kapılıyordum. Ama pencereye bakar bakmaz, pencerenin duvar gibi örülmüş olmasını istiyordum. Çünkü anlıyordum ki dışarısı, hep aynı duygusuzlukla açılmakta ve dışarıda da benim yalnızlığımdan başka bir şey bulunmamaktadır. Yüklendiğim ve büyüklüğü ile kalbim arasında artık hiç bir orantı bulunmayan yalnızlık. Bir zamanlar ayrıldığım insanlar aklıma geliyordu ve insanlardan nasıl olup da uzaklaşılabileceğini kavrayamıyordum.
- Bitişikteki o küçük memurun, bir pazar günü, tuhaf bir meseleyi çözmek gelmişti aklına. Şöyle uzun zaman yaşayacağını kabul etti, diyelim daha elli sene. Kendi hakkında gösterdiği cömertlikten pek keyiflendi. Ama şimdi daha üste istiyordu. Bu yılların bozdurulup gün, saat, dakika, evet, hatta göze alınırsa saniye yapılabileceğini düşündü ve hesapladı, hiç görmediği bir rakamla karşılaştı. Başı dönüyordu. Bir parça dinlenmesi gerekti. Vakit nakittir dendiğini her zaman işitmişti; böyle yığın yığın zamana sahip bir insana, nasıl olup da nöbetçi koymadıklarına şaşıyordu. Ne kadar kolay çaldırabilirdi. Ama sonra, adeta taşkın keyfi yeniden yerine geldi; biraz daha yaygın ve kellifelli görünmek için kürkünü giydi ve bütün be efsanemsi sermayeyi kendine bağışladı.
- Bütün kitapları okumayı görev saymıyorsak bir kitabı açmaya hakkımız olmamalı. Her satırla dünyanın bir parçasını koparıyoruz. Kitaplara başlamadan önce dünya, eksiksizdi, tamdı ve kitaplar bitirildikten sonra belki yine bir bütün olacaktır. Ama okumasını beceremeyen ben, onlarla nasıl boy ölçüşebilirdim. İşte onlar, bu alçakgönüllü kitap odasında bile öyle ümitsiz bir çokluk içinde duruyor, birbirlerine tutunuyorlardı. İnatçı ve ümitsiz, kitaptan kitaba atılıyor, başından büyük işlere kalkışan biri gibi, sayfa sayfa ilerlemeye çabalıyordum.
- Seven kadın, sevilen erkeği her zaman aşar.
- İnsan ne kadar derli toplu anlatsa anlattığından daha uzun sürer bu. Ona çarpınca bir yerimi incitmiştim; küçüktüm, ağlamayışım bile büyük bir şeydi benim için; fakat elimde olmaksızın teselli edilmeyi de bekliyordum. Adam teselliye kalkışmayınca şaşkınlığına verdim; işi bir şakayla geçiştirmeyi akıl etmedi herhalde, diye düşündüm. Bu konuda, ona yardımcı olacak kadar neşeliydim ben; ama yüzüne bakmam gerekiyordu.