- Hayattan aldığımız her zevki ona muadil bir ıstırapla ödediğimizi bildiğimiz için hiçbir şeyden yüzde yüz felaketten korkmuyordum. Bunun ikisi de imkansızdır.
- Felaketimizi başka biriyle taksim etmek saadettir, fakat annelerle değil, annelerle değil. Annelere anlatılan kederler taksim değil, zarbedilmiş olur: Çocuklarının felaketini iki kat şiddetle hisseden anneler, bu ıstıraplarını çocuklarına fazlasıyla iade ederler; böylece keder anadan çocuğa ve çocuktan anaya her intikal edişinde büyüdükçe büyür.
- "Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ?sevmek' deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime."
- Birdenbire gururu silkindi. İçinin bir köşesinde, babasının bir gözü onun bütün ruh hallerini seyrediyordu. Gerçekten seyretseydi, ona belki "deli ol, aşık olma" diyecekti. "Delilik şüphesiz aptallıktan iyidir. Delilik var olmuş bir zekânın yok oluşudur; aptallık, var olmamış bir zekânın olmamaya devam edişidir. Deliliğin hiç olmazsa mazisi şanlı. Aptallığın şerefli bir tarihi bile yok."
- İlk sebep? Allah'a inananlar için Allah'a kadar gider; işkembesinden başka şeye inanmayanlar için işkembede kalır.
- Öyle insanlarız ki; yüz büyük kalbe bir Amerikan otomobilini tercih ederiz.
- Çok yanılmıyordu. Hedefine vasıl olan hiçbir temayül yaşamaz. Arzu ile gaye arasında ümid verici bir mesafe olmadıkça arzunun yaşaması imkansızdır.İhtiraslar da böyledir. Aşk da hedefinden az çok uzak bulunursa canlıdır. Firari ve sayyal bir hedef karşısında her ihtiras kudurur. Bunun için iki taraftan biri kaçar ve öteki tarafın ihtirasını tahrik eder. İhtiras kovalayan tarafta vardır. Kaçan lakayttır. Bunun için sevişmek yoktur. İki insan, muhtelif anlarda, birbirlerini sevebilirler; fakat bu an birleşir ve iki taraf, birbirlerini aynı zaman içinde sever ve sevdiklerini hissederlerse, ikisinde de ihtiras derhal mahvolur ve aşk hadisesi biter. Her sevdanın sonu böyledir. Garip netice: Sevişmek aşkın zıddıdır.
- ... Karşı karşıya oturup yalnız kaldığımız zaman, göz göze gelmekten çekindiğini de hissettim. Halinde anlamadığım bir huzursuzluk vardı. Sinemaya gittiğini ve filmi beğenmediğini söyledi. Mevzuyu anlattı. Canının sıkıntısından, rüyasından, beni aradığından hiç bahsetmedi. Benim böyle umulmadık bir zamanda kendisini ziyaretimin sebebini de merak ettiği halde, sormuyordu. Yüzüne dikkatle baktığımı hissettiği zaman sinirleniyor, yerinden kalkıp sigara veya mendil arama bahaneleriyle gözlerimden kurtulmaya çalışıyordu. "Yine karşıma bir mesele halinde çıkmak mı istiyor?" diye düşündüm. Bu, onun hiç değişmeyen koketrisidir(kendini beğenme). İki defa elini lüzumsuz yere boynuna götürmesinden anladığım şey hazindi. Saklamaya çalıştığı şeyi ilan etmiş oluyordu. Makyajın aciz kaldığı vücut bölgelerinden biri ve belki de birincisi üzerindeki hassasiyeti belliydi. Başının her parçasına yalan söylettiği halde boynunun gevezeliğine mani olamamanın azabı içindeydi. Yaşı oradaydı. Ellerinin üstü de, en iyi kremlerin yardımına rağmen, her şeyi söylüyordu. Nüfuz cüzdanı kadar açıktı. Ona ait her şeyi bildiğim halde, niçin benim karşımda kendi realitesine razı olmuyordu? Aramızdaki sıkıntılı hava ile mücadele etmektense gitmeyi düşündüm...
- Kendimi en çok sevdiğim an, kendime en çok acıdığım an.
- Halbuki mesela çok basit. İnsan hastalanır ve ölür.