- "Cesaret korku ve hayranlık uyandırır, irade gücüyse sabır ve azim demektir. İradeleri çok güçlü olan kadınlar ve erkekler genellikle yalnızdırlar, çünkü dışarıdan soğuk görünürler." (s.33)
- " Seven insan ne kendine kıyar ne karşısındakine."
Geçmiş zamanda acı çeker, geçmiş zamanda sever, geçmiş zamanda ağlar ve güleriz. Fakat şimdiki zamanda bu bir işe yaramaz. Şimdiki zamanın kendi zorlukları, kendi iyileri ve kötüleri vardır. Bugün olanlar için geçmişe lanet etmekte, minnet duymakta olmaz. Yeni aşkların eski tecrübelerle hiçbir ilgisi yoktur. Aşk her seferinde yepyenidir.
Tanrı gönül gözümüzü ancak bir şeylerin değişmesini arzu ettiği anda açar. Tanrı onu tek bir sebeple göndermiş olabilirdi: Her şeyi değiştirmek, ileri doğru yürümek lazımdı. Teorik olarak her kayıpta bir hayır vardır; pratikte ise kayıplar insana, Tanrı'nın varlığını sorgulatır ve kafada bir soru doğurur. Bunu hak ettim mi?
Geleneğin dediğine bakılırsa her birimizin varoluşunu ölmeden birkaç saniye önce anlarmışız, Cehennem ya da Cennet işte o an doğarmış. Cehennem, o kısacık anda geriye bakıp hayat denen mucizeye anlam katma fırsatını kaçırmış olduğumuzu anlamakmış. Cennet ise o an ?Hatalarım oldu, fakat hiç korkaklık etmedim. Hayatımı yaşadım, ne yapmam gerekiyorsa yaptım,' diyebilmekmiş.
Işık sadece yabancıya vurur. "Kimse kendi toprağında peygamber olmaz." Kimse yanı başındaki güzelliğin hakkını vermez, uzaktan gelen hep kıymete biner. Biz bir şeyi arıyorsak, o şeyde bizi arıyor demektir. Hayatta ne konuda olursa olsun başarının yolu tekrardan ve çalışmaktan geçer. İnsan tekrar tekrar alıştırma yaptıkça bir işin tekniğini içselleştirmiş olur.
Dağın yüksek olduğunu anlamak için dağa tırmanmaya gerek yoktur.
Göz yaşları ruhun kanıdır.
Kurbanlar sonunda hep suçu kendilerinde ararlar.
Enerjilerini harca ki dinç kalasın. Öfkeni dışarı atabilirsen tazelenirsin.
Hata yapmaktan korkmayan, hata yapan insanları arayıp bul. Onların hataları, yaptıklarını gölgede bırakmış olabilir. Fakat dünyayı ancak böyle insanlar değiştirir, defalarca hata yaptıktan sonra gerçekten fark yaratmayı ancak onlar başarırlar.
Dilenci nasıl ihtiyaçtan dilenirse, sadaka verende ihtiyaçtan verir. Sadaka iki ihtiyacın arasındaki bağdır. - Ben göremiyorum, sense her şeyi biliyorsun.
Yine de hayatımı boşa yaşamış olmayacağım, çünkü yeniden buluşacağımız biliyorum. İlahi bir edebiyette.
Mutlu bir adam olmalıydım aslında: Dünyanın en zor işlerinin birinde gayet başarılıydım; sağlığım yerindeydi; etrafımda güvenebileceğim insanlar vardı; hep sevgi görüyordum. Bir dönem bütün bunlar bana yetiyordu, fakat son iki yıldır hiç bir şey beni tatmin etmiyor sanki. Tatminsizlik duygusundan bir türlü kurtulamıyorsam, Tanrı onu tek bir sebeple göndermiş olabilirdi: Her şeyi değiştirmek, ileri doğru yürümek lazımdı. Teorik olarak her kayıpta bir hayır vardır; pratikte ise kayıplar insana, Tanrı'nın varlığını sorgulatır ve kafada bir soru doğurur. Bunu hak ettim mi.
Tanrı gönül gözümüzü ancak bir şeylerin değişmesini arzu ettiği anda açar.
Kendimize hep aynı soruları sorup duracağız. Kalbimiz niye var olduğumuzu bilir ve ancak tevazu sahibi olabilenler bunu kabul edebilecektir. Geleneğin dediğine bakılırsa her birimizin varoluşunu ölmeden birkaç saniye önce anlarmışız, Cehennem ya da Cennet işte o an doğarmış. Cehennem, o kısacık anda geriye bakıp hayat denen mucizeye anlam katma fırsatını kaçırmış olduğumuzu anlamakmış. Cennet ise o an ?Hatalarım oldu, fakat hiç korkaklık etmedim. Hayatımı yaşadım, ne yapmam gerekiyorsa yaptım,' diyebilmekmiş.
Cesaret korku ve hayranlık uyandırır, irade gücüyse sabır ve azim demektir. İradeleri çok güçlü olan kadınlar ve erkekler genellikle yalnızdırlar, çünkü dışarıdan soğuk görünürler.
Işık sadece yabancıya vurur. "Kimse kendi toprağında peygamber olmaz." Kimse yanı başındaki güzelliğin hakkını vermez, uzaktan gelen hep kıymete biner. Biz bir şeyi arıyorsak, o şeyde bizi arıyor demektir. Hayatta ne konuda olursa olsun başarının yolu tekrardan ve çalışmaktan geçer. İnsan tekrar tekrar alıştırma yaptıkça bir işin tekniğini içselleştirmiş olur. - İnsan her zaman çevresinde aynı insanları görürse, bunları yaşamının bir parçası saymaya başlar. Bu kişiler bu nedenle, yaşamınızı değiştirmeye kalkışırlar. Bizi görmek istedikleri gibi değilsek hoşnut olmazlar, canları sıkılır. Çünkü, efendim, herkes bizim nasıl yaşamamız gerektiğini elifi elifine bildiğine inanır. Ne var ki, hiç kimse kendisinin, kendi hayatını nasıl yaşaması gerektiğini kesinlikle bilmez.
Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, evrenin ruhu'nda bu istek oluşur. Bu senin yeryüzündeki özel görevindir. Kendi kişisel menkıbelerini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Ve bir şeyi çok istediğin zaman, bütün evren bu arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar. Başkasının kişisel menkıbesine burnunu sokan kişi, kendi kişisel menkıbesini kesinlikle keşfedemez.
Hazineleri, seller toprağın altından çıkartırlar, gene seller toprağa gömerler.
Henüz sahip olmadığın bir şeyi vaat edecek olursan, onu elde edecek arzunu yitirirsin.
Tanrı, herkesin izlemesi gereken yolu yeryüzüne çizmiştir, yazmıştır. Senin yapman gereken, senin için yazılanları okumak yalnızca. Ne yazık ki, kendisine çizilmiş olan yolu pek az insan izliyor. Oysa bu yol kişisel menkıbenin ve mutluluğun yoludur.
Talih bizden yanayken, bundan yararlanmalıyız; talihin bize yardımcı olması için biz de ona yardımcı olacak şekilde davranmalıyız, gereken ne varsa yapmalıyız. Buna lütuf kuralı derler. Ya da ?acemi talihi'.
Bilgeler, doğal dünyanın Cennet'in bir görüntüsünden ve bir suretinden başka bir şey olmadığını anladılar. Tek gerçek şudur ki, var olan bu dünya, bundan daha mükemmel bir dünyanın var olduğunun güvencesidir.
Ulaşmaya layık olmadıklarını ya da ulaşamayacaklarını sandıkları için en büyük düşlerini gerçekleştirmekten korkarlar. Dirilmemek üzere sona ermiş aşklar, olağanüstü olabilecek, ama olamayan anlar, keşfedilmesi gereken ama sonsuza dek kumların altında kalan hazineler, daha aklımıza gelir gelmez bizler, yürekler hemen ölürüz. Çünkü böyle bir durumla karşılaşınca bizler ölümcül acılar çekeriz. Düşümü gerçekleştirmekten korkuyorum, çünkü o zaman yaşamak için bir sebebim olmayacak.
En karanlık an şafak sökmeden önce ki andır.
Bir düşün gerçekleşmesini bir tek şey olanaksız kılar: Başarısızlığa uğrama korkusu.
Dünyanın ruhu insanların mutluluğuyla beslenir. Ya da mutsuzluklarıyla, arzuyla, kıskançlıkla. Kendi kişisel menkıbesini gerçekleştirmek insanların biricik gerçek yükümlülüğüdür. Her şey bir ve tek şeydir. Ve bir şey istediğin zaman, bütün evren arzunun gerçekleşmesi için işbirliği yapar.
Dünyada bir büyük gerçek vardır: Kim olursan ol, ne yaparsan yap, bütün yüreğinle gerçekten bir şey istediğin zaman, evrenin ruhunda bu istek oluşur. Bu, senin yeryüzündeki özel görevindir.
Bir şeyi gerçekten istersen, onu gerçekleştirmen için bütün evren işbirliği yapar.
İnsanlar yaşama nedenlerini pek çabuk öğreniyorlar. Belki de yine aynı nedenle hemen pes ediyorlar.
Bütün günler birbirine benzediği zaman insanlar, güneş gökyüzünde hareket ettikçe, hayatlarında karşılarına çıkan iyi şeylerin farkına varamaz olurlar.
Parası olan insan hiçbir zaman tamamen yalnız değildir. - Ruhuma dokunanların bedenimi uyandırmayı başaramadıklarını, bedenime dokunanlarınsa ruhuma ulaşamadıklarını görüyorum.
Yoksul bir adamla mutlu olmaktansa zengin bir adamla mutsuz olmak daha iyidir.
?'Fahişelik başka mesleklere benzemez'', dedi. ?'Acemiler daha çok kazanır, deneyimlilerse daha az. Her zaman acemi gibi davran.''
?'Orgazm olurken inlemelisin. Öyle yaparsan müşteri sana bağlanır.''
Bir erkek, ufaklığın kalkmasıyla kanıtlamaz erkekliğini. Erkek, ancak bir kadına zevk verebiliyorsa erkektir. Hele bu kadın bir fahişeyse, o zaman kendini kral gibi hisseder.
Bu alemde en yalnız insan kimdir, bilir misiniz? Meslek hayatında başarıya ulaşmış, son derece yüksek maaş alan, hem üstündekilerin, hem altındakilerin güvenini kazanmış, ailesiyle tatillere çıkan, çocuklarının ev ödevlerine yardım eden ve günün birinde, herifin tekinin, şöyle bir öneriyle karşısına dikildiği bir beyaz yakalı: ?'iş değiştirmek ve iki kat para kazanmak ister misiniz?'' ?'Kendini mutlu ve sevilen biri gibi hissetmek için her şeyi olan bu adam, dünyanın en sefil varlığı haline gelir. Neden mi? Çünkü, konuşacak kimsesi yoktur. Öneriyi kabul etmeye meyillidir ve bunu meslektaşlarıyla tartışamaz, yoksa onu gitmekten caydırmak için ellerinden geleni yaparlar. Yıllar boyunca meslek hayatındaki yükselişini desteklemiş, güvenli bir yaşamı seçmiş olan, risklerden hiç hoşlanmayan karısına da dökemez içini. Kimseye derdini açamaz ve ömrünün en esaslı seçimini yapmak zorundadır. Bu adamın neler hissedeceğini tahmin edebiliyor musunuz? - Ömrüm boyunca, aşkı kabul edilmiş bir tür kölelik olarak anladım. Bu bir yalan: Özgürlük, ancak aşk olduğunda var. Kendini kayıtsız şartsız teslim eden, kendini özgür hisseden, sınırsızca sever. Ve sınırsızca seven, kendini özgür hisseder.
Bütün uyuşturucu müptelaları bunu söyler: vakti geldiğinde durmayı bilmek. Oysa hiçbiri duramaz.
Vaktini istediği gibi kullanmakta özgür kalınca, kocamın gözlerine bir hüzün çöktü -belki de ömrü boyunca, hiç kendini düşünmemişti. Aramızda hiç ciddi bir kavga geçmedi, ateşli duygularımız da olmadı, beni asla aldatmadı ya da başkalarının yanında küçük düşürmedi. Normal bir hayatımız oldu, o kadar normal ki, işsiz kalınca kendini yararsız, anlamsız hissetti ve bir yıl sonra kanserden öldü.
Ruhumu, korkularımı, kırılganlıklarımı; hükmeder gibi göründüğüm, ama aslında hakkında hiçbir şey bilmediğim bir dünyayla savaşma yeteneğinden yoksun olduğumu görüyor.
Sende bir ışık var: Bir takım önemli şeyleri, daha önemli saydığı başka şeyler uğruna feda edebilecek bir varlığın iradesinde ki ışık. Gözler: Bu ışık, gözlerde gösterir kendini. - Platon'a göre, Yaratılış'ın başında, erkeklerle kadınlar bugünküne hiç benzemezlerdi; sadece bir gövdesi, bir boynu ve her biri ayrı yönlere bakan çift yönlü kafaları olan androjen varlıklar mevcuttu. Sanki iki yaratık sırt sırta yapıştırılmış gibi, iki cinsel organı, dört bacağı, dört kolu vardı bunların.
Ama kıskanç Yunan tanrıları, dört kollu bir yaratığın çok fazla çalışabildiğini fark ettiler; ters tarafa bakan iki yüz sürekli tetikteydi, dolayısıyla bu varlıklara kalleşçe saldırmak mümkün değildi; fazla yorulmadan uzun süre ayakta durabiliyor ya da yürüyebiliyorlardı. Ve en tehlikelisi: Çift cinsiyet organlı bu yaratığın üremek için kimseye ihtiyacı yoktu. Bunun üzerine Olympos'un mutlak hakimi Zeus, dedi ki: ?'Şu ölümlülerin gücünü elinden almak için bir planım var.'' Şimşeğini fırlattığı gibi androjenleri ikiye bölerek erkekle kadını yarattı. Dünyanın nüfusu bir anda artıverdi, aynı zamanda da üzerinde yaşayanlar güçten düştüler ve yollarını şaşırdılar; artık kayıp yarılarını aramak, yeniden onunla kucaklaşmak ve bu sarılmayla eski güçlerine, ihaneti önleme becerilerine, yorgunluğa karşı dirençlerine tekrar kavuşmak zorundaydılar. İki bedenin tek beden olmak üzere kaynaştığı bu kucaklaşmaya, seks diyoruz. - Spor yapanlar bunu bilir: Amaçlarına ulaşmak için, her gün belli bir dozda acı ya da sıkıntıya razı olmak zorundadırlar. İlk başta, rahatsızlık insanın hevesini kırar, sonra zamanla bunun rahatlamaya giden yolun bir aşaması olduğu anlaşılır; ve sonunda, sporcu acı duymadığında egzersizin gereken etkiyi göstermediğini düşünmeye başlar.
Öğretmen öğrencisinin bir keşifte bulunmasını sağladığında, kendi de bir keşifte bulunmuş olur.
Dışarıda milyonlarca çift, farkında olmadan her gün sado-mazoşizm sanatını uyguluyordu. İşe gidiyor, eve geliyor, her şeyden şikayet ediyorlardı. Erkek kadına saldırıyor ya da onun saldırısına uğruyor, her ikisi de kendilerini sefil, ama mutsuzluklarına derinden bağlı hissediyor, baskıdan kurtulmak için tek bir hareketin ya da ?bir daha asla' demenin yeteceğini bilmiyorlardı. Terence, bunu, ünlü bir İngiliz şarkıcısı olan karısıyla yaşamıştı; bir zamanlar kıskançlıktan gözü dönerek kadına dünyayı dar eder, günlerini avuç avuç sakinleştirici yutarak, gecelerini kendini alkolde boğarak geçirirdi. Karısı onu seviyor ve neden böyle davrandığını anlamıyordu; Terence de onu seviyor ve kendisi de davranışlarını çözemiyordu. Ama birbirlerine acı vermeye mecburdular sanki; varoluşlarının temellerinden biri gibiydi bu.
Tarihin en karanlık zamanlarında bile, insanoğlu, kontrol altına alınmış acının, onu özgürleşmeye götüren pasaport olduğunu anlamıştı. - Asker savaşa, düşmanı öldürmeye mi gider? Hayır; amacı ülkesi uğruna ölmektir. Kadın, hayatından ne kadar memnun olduğunu kocasına belli etmekten hoşlanır mı? Hayır: onun uğruna saçını süpürge ettiğini ve çile çektiğini görsün ister. Koca işe kendini geliştirmek için gittiğini aklından geçirir mi? Hayır: o, ailesinin iyiliği için ter ve gözyaşı dökmektedir. Çocuklar anneleriyle babalarının hatırına hayallerini bir kenara bırakırlar, ana-babalar çocukları için ömürlerinden vazgeçerler, acı ve ıstırap, aslında neşe kaynağı olan aşkın kanıtı olup çıkar.
- Bir zamanlar, parlak tüyleri, rengarenk kanatları olan bir kuş varmış. Uzun lafın kısası, bakanları neşeye boğarak göklerde özgürce uçmak için yaratılmış bir hayvanmış. Günün birinde kadının biri bu kuşu görüp ona kapılmış. Ağzı hayranlıktan bir karış açılmış olarak, kalbi deli gibi çarparak, gözleri heyecandan parlayarak kuşun uçuşunu seyretmiş. Kuş, onu yanına çağırmış ve ikisi birlikte, nefis bir uyumla uçmuşlar. Kadın kuşa tapıyor, onu kutsal sayıyor, yüceleştiriyormuş.
Ama günün birinde düşünmüş kadın:'' Belki de uzak dağları keşfetmek ister?'' Korkuya kapılmış. Aynı duyguyu başka bir kuşla yaşamayacağından korkmuş. Ve kıskanmış ? kuşun uçabilme yeteneğini kıskanmış.
Kendini yalnız hissetmiş.
?'Ona bir tuzak kurayım,'' diye geçirmiş içinden. ?'Bir dahaki sefer, kuş tekrar gelirse, artık gidemesin.''
Kadın kadar aşık olan kuş, ertesi gün tekrar sevgilisini görmeye gelmiş. Ne var ki tuzağa düşmüş ve bir kafese hapsedilmiş.
Kadın her gün gelip, kuşu seyrediyormuş. Vurgunmuş ona ve onu gösterdiği arkadaşları, ?'Ne şanslı bir insansın!'' diye haykırıyorlarmış. Ne var ki tuhaf bir değişim baş göstermiş: Artık sahibi olduğundan, kalbini çalmasına ihtiyaç kalmadığından, kadının kuşa olan ilgisi sönmüş. Uçamayan, hayatının anlamını dile getiremeyen hayvancık sararıp soluyor, parlaklığını yitiriyor, çirkinleşiyormuş ? ve kadın da karnını doyurup kafesini temizlemekle yetiniyormuş.
Günlerden bir gün, kuş ölmüş. Kadın son derece üzülmüş buna ve o andan itibaren onu aklından çıkaramamış. Ama kafesi hatırlamıyormuş bile; onu ilk kez, mutluluk içinde bulutlarla yarışırken gördüğü gün varmış sadece zihninde.
Kendini iyice dinlese, kuşun onu heyecanlandıran tarafının dış görünüşü değil, özgürlüğü, hareket eden kanatlarının enerjisi olduğunu fark edermiş.
Kuşun yokluğunda, hayatı da anlamını yitirmiş ve ecel kapıyı çalmış.
?'Niye geldin?'' diye sormuş kadın, ölüme.
?'Tekrar onunla birlikte göklerde uçabilesin diye,'' diye karşılık vermiş ölüm. ?'Her seferinde gidip gelmesine izin versen, ona olan sevgin ve hayranlığın iyice artardı; ancak şimdi, ona kavuşabilmek için bana muhtaçsın.''