- Çok güçlü bir büyücü, bütün bir ülkeyi yok etmek ister, o ülke halkından herkesin su çektiği bir kuyuya sihirli bir madde atar. Kuyunun suyunu kim içerse delirecektir.
Ertesi sabah, herkes kuyudan su çekip içer, hepsi de delirir. Yalnızca kraliyet ailesi, kendilerine ait özel bir kuyudan su çektiklerinden, sihirbaz da o kuyuyu zehirlemeyi beceremediğinden, delirmezler. Tabii kral çok kaygılanır, halkının sağlığını ve güvenliğini sağlamak için bir dizi emir verir. Ancak polisler ve müfettişler de halkın içtiği sudan içmiş olduklarından, kralın emirlerini saçma bulur, uygulamazlar.
Ülkede yaşayanlar kralın emirlerini duyduklarında onun çıldırdığına inanırlar, hep birlikte şatosunun önünde toplanıp tacını ve tahtını bırakması için gösteriler yaparlar. Umutsuzluk içindeki kral tahtından inmeye hazırlanırken kraliçe ona engel olarak der ki "Gel biz de o kuyunun suyundan içelim, o zaman biz de onlar gibi oluruz."
Ve öyle yaparlar: Kral ile kraliçe de cinnet suyunu içip anında saçma sapan konuşmaya başlarlar. Bu durumda halk taşkınlığından dolayı pişman olur; öyle ya madem kral bu kadar bilgece konuşuyor, onu alaşağı etmenin bir anlamı yoktur.
Ülkede barış ve huzur yeniden hüküm sürer, bu halk komşularından epeyce farklı bir hayat tarzı benimsemiştir, ama kral ölümüne dek ülkesini yönetebilmiştir." - Kendilerini normal sanıyorlar, çünkü hepsi hep aynı şeyleri yapıyorlar. Ben de işte, onların kuyusundan içmiş numarası yapacağım.
- Tanıştığımızda sana ilk sorduğum soruyu hatırlıyor musun?
Evet, deliliği bilip bilmediğimi sormuştun.
Çok doğru. Bu kez sana öykü anlatmayacağım. Deli olmak, düşüncelerini iletmekten aciz olmak demek. Sanki yabancı bir ülkedesin, çevrede olup biten her şeyi görüyor, anlıyorsun, ama istediğini anlatmaktan, dolayısıyla da yardım bulmaktan umutsuzsun, çünkü orada konuşulan dili bilmiyor, anlamıyorsun.
Hepimiz hissetmişizdir bunu.
Hepimiz şu ya da bu biçimde deliyiz zaten. - Şairler dolunayı severler, hakkında binlerce şiir yazılmıştır; oysa Veronika en çok yeniayı severdi, çünkü daha gelişecek, büyüyecek, kendi yüzeyini tümüyle ışığa boğacak zaman olurdu, kaçınılmaz yok oluşundan önce.
- Veronika her şeyden nefret ediyordu ya, en çok da yaşamını sürdürmüş olduğu biçimden, içinde barındırdığı yüzlerce Veronika'yı keşfetmeye zahmet etmeyişinden tiksiniyordu. Oysa orada kim bilir ne ilginç, ne meraklı, ne cesur, ne küstah, ne deli kızlar duruyordu.
- Başını beladan kurtarmanın en iyi yolu sorumluluğu paylaşmaktır.
- Ne acıdır ki Allah, Yehova, Tanrı -ona ne ad verdiğiniz önemli değil- günümüzde yaşamıyordu, çünkü yaşıyor olsaydı bizler hala cennette olurduk. O ise ön kararlar, son kararlar, yargıtay, danıştay, içtihat, müdafaa, temyiz, tashih, karar derken, gırtlağına kadar hukukla boğuşuyor olurdu Adem ile Havva'yı cennetten kovuşunu haklı göstermek için. Ne de olsa yasalarda yazılı olmayan keyfi bir kuralı çiğnemişti onlar: İyi ile kötüyü ayırt eden Bilgi Ağacı'nın meyvesini yemeyeceksin.
Peki bu meyvenin tadılmasını istemiyordu da neden söz konusu ağacı cennetin duvarları dışında bırakacağına tam ortasına dikmişti? Mari, bir avukat olarak o çifti savunacak olsa hiç kuşkusuz Tanrı'yı idari ihmalle suçlardı; çünkü ağacı yanlış yere diktiği yetmiyormuş gibi, çevresine uyarı levhaları ve bariyerler koymamış, en basit güvenlik önlemleri bile almamış, böylece herkesi tehlikeyle karşı karşıya bırakmıştı.
Mari Tanrı'yı suça teşvikle de suçlayabilirdi, çünkü ağacın nerede olduğunu Adem ile Havva'ya o göstermişti. Bu konuda bir şey söylememiş olsaydı, bu dünyada insanlar kuşaklar boyu mutluluk içinde yaşayacaklar, yasak meyveye el uzatmak kimsenin aklına gelmeyecekti, benzer ağaçlarla dolu bir ormanda bulunduğunda kimse onun özel değerini bilmeyecekti.
Oysa Tanrı çok farklı bir yol izlemiş, keyfi bir kural koymuş, sonra insanoğlunu bu kuralı çiğnemeye ikna edecek bir yol bulmuştu, sırf ceza kavramını icat edebilmek için. Adem ile Havva'nın kusursuz bir yaşamdan sıkılacaklarını çok iyi biliyordu, er geç onun sabrını denemeye kalkacaklardı. Resmen tuzak kurmuştu, belki kendisi de, yani Her Şeye Kadir Tanrı, her şeyin kusursuzca sürüp gitmesinden sıkılmıştı. Eğer Havva yasak meyveyi tatmasaydı, son birkaç milyar yıl boyunca ilginç hiçbir olay meydana gelmeyecekti. - Keşke herkes kendi içsel deliliğini bilse ve onunla birlikte yaşamayı öğrense. Dünya daha kötü bir yer mi olurdu? Hayır insanlar daha yürekli, daha mutlu olurlardı.
- Müzik yalnızca bizi rahatlatan ya da alıp götüren bir şey değil, bundan öte bir şey, bir ideoloji. Bir insanın ne tür müzik dinlediğine bak, nasıl biri olduğunu anlarsın.
- Yalnızlık, ne kadar bastırmaya çalışırsak o kadar güçleniyor, ama yok sayarsak gücünü yitiriyor, bunu fark ettim.