- "Sonra biraz Fuzuli'yi düşündüm, Fuzuli'nin acı çekme isteğini. Acaba divan şairleri o şiirleri bir çırpıda söyleyiveriyorlar mı, yoksa saatlerce kâğıdın başına oturup çizip düzelterek mi yazıyorlar ?"
- "Acı çekmekten hoşlanan insanlar gibisin", dedi. "Umutsuzlar gibi. Bir yakını ölünce hemen, kendi de ölmek isteyen hastalar gibi umutsuz ayrıntıları neden merak ediyorsun?" "Çünkü öyleyim," dedim tuhaf bir keyifle.
- Düşündüm ki, sen zalimane niyet etmeseydin, manalı bakışınla yol kesip bir harami gibi gönlümü çalamazdın.
- O zamana kadar kendi kafasının kaba ve bireysel hastalığı Sandığı şeylerin izlerini dış dünyada bulmak onu sarsıyordu.
- O kadar çok içtik ki unuttuğum hatıralar uzaktaki akvaryumun içinde denizaltılar gibi gezinmeye başladılar.
- Ama mezarlıkta yürüyen kendisi değil de başkasıydı; hayatı da bir başkasının başına gelen bir şeydi sanki.
- Mevlut az önce öğrendiğini hazmedebilmek için karanlık sokaklarda gecelerce yürümesi gerektiğinin çok iyi farkındaydı.
- Dünyada dert ettiği şeyler de kendi kafasının bir tuhaflığından ibaretti.
- Kablo fabrikasının orada işçiler var, sanki tren geçerken araba geçmesin diye yapılmış ve onun gibi kırmızı beyaza boyanmış iner kalkar kapının önünde bekleşiyorlar ama oradan değil, içeriye yandaki küçük kapıdan uslu uslu giriyorlar ve bekçi kulübesinin orada ellerindeki kartları bir yere sokup çıkarırlarken, bekçiler, işçilere gardiyan gibi bakıyor. Fabrikanın da her tarafı dikenli telle çevrili. Evet, fabrika denilen yer, modern bir hapishanedir aslında ve makinaların keyfi olsun diye, sabah sekizden akşam beşe kadar zavallı köleler ömür tüketir.
- Çünkü çok sonraları burada yatağımda yatarken düşündüğüm gibi: Hayata, o bir seferlik araba yolculuğuna bitince yeniden başlayamazsın ama elinde bir kitap varsa, ne kadar karışık ve anlaşılmaz olursa olsun o kitap bittiği zaman, anlaşılmaz olan şeyi ve hayatı yeniden anlayabilmek için istersen başa dönüp biten kitabı yeniden okuyabilirsin, değil mi Fatma?