- Çünkü kişisel sorunlarım bir yana, dünyanın felâketlerinden, toplumsal düzenin haksızlıklarından, insanların birbirilerine acımasızlığından sorumluymuşum; bunlara bir çare bulmam gerekiyormuş gibi bir duyguya kapılmıştım. Bu yükümlülüğü her zaman duymakla birlikte, gençliğimde kendimi yalnız sanırdım. Oysa yükümü benimle paylaşan başka insanlar da olduğunu biliyorum artık.
- Oysa sistematik ve bilimsel dediğim işkencenin amacı, size sadece bedensel açıdan eziyet etmek değil; bir yandan bunu yaparken, bir yanda da ruhsal açıdan sizi küçük düşürmektir. Örneğin polise söylemek istemediği gizli tutulması gereken bir şeyi açıklamak zorunda kalan insan, kendi gözünde küçük düşer ve onun çektiği acı, işkence bitince de, ömrünün sonuna değin sürüp gider. İşkencenin en bağışlanmaz yanı işte budur bana kalırsa. Beni fazlasıyla saf, fazlasıyla zararsız buluyorlar, bu yüzden adam yerine koyup içeri atmıyorlar gibi aşağılık kompleksine kapılmıştım.
- Kimi babam yaşında olan bu adamların bir imza bile vermekten böyle korkmaları, bu yüzden de kendi kendilerinden utanmaları karşısında, hem onların hesabına utandım, hem de insanlara güvenimi yitirdim.
- Kanlı Pazar diye bilinen 16 Şubat 1969 günüydü. O gün solcu gençler, Amerikan Altıncı Filosu?nun İstanbul?a gelmesini protesto etmek için, Beyazıt?da toplandıktan sonra, Taksim?e doğru yürüyüşe geçtiler. Orada, yollarını kesen yobazların sopalı bıçaklı saldırısına uğradılar. Gençlerin ne sopaları vardı ne de bıçakları. Aralarından ikisi öldü. İki yüze yakın kişi, bir kısmı ağır olmak üzere yaralandı.
- O gemide 769 yahudi varmış. 1941 yılının Aralık ayıydı. Nazi orduları ülkelerini işgal etmişti. Romanya?ya sığınmışlar, Filistin?e gitmek niyetiyle Struma?ya binmişlerdi. İstanbul?da aylarca bekledikten sonra, Şubat 1942?de Struma, römorklerle Karadeniz?e çekilmiş. Orada ya bir fırtına da ya kendiliğinden batmış ya da bir denizaltı tarafından batırılmış. (Bu konu "Zülfü Livaneli^nin Serenad" romanında çok dramatik bir şekilde işlenmektedir. Okumayan varsa kesinlikle tavsiye ederim.)
- Yurtseverlikle milliyetçilik kavramları birbirine karışır genellikle. Oysa bu ikisi arasında dünyalar kadar fark vardır. Yurtsever, doğduğu büyüdüğü toprakları sever; kendi milletinin insanlarına yakınlık duyar. Oysa milliyetçi, kendi memleketini yeryüzünün en üstün ülkesi, bu ülkenin insanlarını dünyanın en üstün soyu sayar.
- Vatanseverlik, efendim, bu namussuz heriflerin ya da karıların namussuzluğu arttıkça, vatanseverlikleri de o derece artar. Vatanseverlik namussuzlukla öyle özdeşleşmiştir ki onlarda, benim gibi memleketinin taşına toprağına bağlı kalan, başka bir ülkede oturmayı aklından geçirmeyen gerçek vatanseverler, bu duygularını bir ayıbı saklarcasına gizlemek zorunda kalırlar.
- Türkiye?den neden Einstein?ların, Disraeli?lerin, Proust?ların çıkmadığını sormaya kalkmıştı bir gün. Şefika, adamı şöyle tepeden tırnağa süzmüş, ?Beyefendi, biz neyiz ki Yahudimiz ne olacak? demişti. Bu soru üzerine adam da sessizliğe gömülmüştü.
- Çok daha sonraları bir gazeteci Aziz Nesin?e 27 Mayıs 1960?ın anlamını sorunca, ?27 Mayıs?ın tek anlamı bizim kuşağın solcuların bir ay boyunca mutlu olmalarıydı.?
- Ama öğrencilerimiz size çok bağlı; size toz kondurmuyorlar. Hatta onlardan biri dedi ki: Mina Hanım için komünist derler öteden beri. Ben, komünizm nedir bilmiyorum. Ama Mina Hanım sahiden buna inanıyorsa, demek ki iyi bir şeydir. Çünkü onun kötü bir şeye inanmasının yolu yoktur. Ömrümde hiçbir şeye iftihar etmedim, kim olduğunu hala bilmediğim öğrencimin bu sözüyle iftihar ettiğim kadar.